30 Aralık 2010 Perşembe

Pratik ve şık: E-card

Bu sene yılbaşı biraz daha renkli. Sanırım ekonomik krizin etkisi yavaş yavaş geçmeye başladı. Hediyeler, süsler, ışıklar... '90'lardaki havamızı bulmamıza az kaldı.

Daha önce e-card (elektronik kart) göndermek hakkında yazmıştım. Bu yılbaşında da e-card göndermeyi tercih ettim. E-card çok basit bir teknoloji. Fakat sonuçları muhteşem. Ne demek istediğimi halkla ilişkilere (PR)çuvalla para harcayanlar anlayacaktır. Çok kısa zamanda, çok büyük bir listeye yılbaşı, bayram gibi durumlar için tebrik kartı gönderiyor ve geri bildirim alıyorsunuz. Başka hiçbir mecrada bu etkiyi elde edemiyorsunuz. Bu nedenle çok pratik. Benim kullandığım Pingg gibi bir sistemi kullanırsanız (alternatif olarak Evite'ı da tavsiye ederim) çok iyi grafikerler tarafından tasarlanmış, son derece şık kartlar bulabilirsiniz.

2011'de her şey dilediğiniz gibi olsun.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Yine yılbaşı, yine hediye telaşı...

Evet, yılbaşı yaklaşıyor. Her sene bu zamanlarda aynı konuya geliyoruz: Hediye seçimi, hediyelik seçimi. Bu ay Turkuvaz Dergi Grubu'na ait dergilerle birlikte yılbaşı hediyeleri eki verildi. Orada uzun uzun anlattım ama dergi almayanlar için "hediye nasıl seçilir", "kime ne hediye alınır", "hediye almak şart mıdır", "ne alacağımızı bilemediğimizde ne yapmalıyız" gibi soruların yanıtlarını burada kısaca tekrar edeyim.

16 Aralık 2010 Perşembe

Ugg bot ile ne kadar şık olabilirsiniz?

Geçen kış ortalığı kasıp kavuran UGG bot modası bu kış geçti diye sevinmeyin. Geçmedi. Daha doğrusu geçmesin diye modacılar ve mağazalar elinden geleni yapıyor. Mesela Beymen geçen hafta Jimmy Choo'nun UGG bot tasarımları ile ilgili bir mailing yaptı. "Bakın, bakın ne kadar cici" diye...

Zevkler ve renkler tartışılmaz diye bir geyik var ya hani. Bence karşınızdaki insanın hiçbir estetik anlayışı yoksa tartışılmaz, onun dışında tartışılabilir. Burada da tartışılması gereken şey "Jimmy Choo tasarımı UGG botlar şık mıdır"dan çok "bir çift UGG bot ile ne kadar şık olabilirsiniz?"dir.

9 Aralık 2010 Perşembe

Bazı insanlar neden daha zengin olur?

Bugün internette gazeteleri okuyup sevdiğim bloglara bakarken yandaki Hublot reklamının hikayesini okudum. Formula 1 yarışlarının patronu Bernie Ecclestone'un şiş suratı, morarmış gözü ve çenesi ile Hublot reklamında ne işi mi var? İşte orası gerçek bir "cin fikirli"lik örneği...

5 Aralık 2010 Pazar

Yılbaşı heyecanı sarınca

Yılbaşına daha bir ay var. Ama alışveriş merkezleri süslenmeye, caddeler ışıklandırılmaya başladı. Bu ay bütün dergilerde yılbaşı ile ilgili bir ek veya özel sayfalar var. Hepsi ansiklopedi kalınlığında. Hatta bazıları ajanda falan da veriyor.

Yılbaşı zamanı yaşanan bu heyecanı severim. Süsler, dekorlar, vitrinler... Tamam, bütün bunların alışverişi pompalamak için yapıldığını ben de biliyorum ama, olsun. Alışveriş yaparak mutlu olacaksak (kim olmaz?) bence mahsuru yok.

30 Kasım 2010 Salı

Richard Branson'dan beklenen bomba: Project

Richard Branson geçtiğimiz hafta bir iPad dergisi çıkaracağını açıklamıştı. Dergi bugün iTunes Store'a yüklendi. Derginin ilk sayısının kapağında Jeff Bridges var. iPad'in şanına yakışır biçimde yazılı, resimli ve videolu bir röportaj. Tasarım, eğlence, teknoloji ve girişim konularını içeren derginin her sayısı 2.99 Dolar. Dergiyi inceleme fırsatım olduğunda daha ayrıntılı yazacağım. Şimdiden vatana millete hayırlı olsun!

22 Kasım 2010 Pazartesi

Kabul gününüz kabusa dönüşmesin


Hep önünden geçip burada ne satılıyor diye hiç merak etmediğimiz dükkanlar vardır ya hani... Bir gün içeri girer ve "a, burada harika bir dükkan varmış, hiç görmemişim" dersiniz. Nişantaşı'ndaki Ev İşi de benim için böyle bir keşif oldu. Üç senedir 3-4 masalık küçücük dükkanından satış yapan Ev İşi meğer olağanüstü bir yermiş...

12 Kasım 2010 Cuma

Geyiğe doymayın, e mi...

Çapalar'ın Nahide isimli bir gece kulübü açması ve Okan Bayülgen'in Disko Kralı programında sözde Nahide Ekengil adında bir sanatçıyı lanse etmesiyle, internet ortamında arama motorlarında Nahide kelimesinde patlama yaşandı. Size geyik malzemesi mi lazım? İsmi Didikle diye bir site işi gücü bırakmış ve lüzumsuz bilgiler türetmiş. Buyrun, okuyun, geyiğe doymayın...

7 Kasım 2010 Pazar

Avantajlı alışveriş böyle olur: Sezonist

Biliyorsunuz internette alışveriş ve e-ticaret konusunda çeşitli yazılar yayınlıyorum. Bu kez Türkiye'de bir ilki gerçekleştiren bir projeden bahsetmek istiyorum: Sezonist. Sezonist'i kısaca özetlemek gerekirse, anlaşamalı mağazaların indirim veya promosyon kuponlarını yayınlayan bir site demek yeterli olur.  Kuponunuzu alıyorsunuz, alışverişinizi mağazadan yapıyorsunuz. En önemli avantajınız sezon sonunu beklemeden,  o sezonun ürünlerini bakarak, deneyerek ama indirimli olarak satın almak.

26 Ekim 2010 Salı

Kahve rengi kahverengi midir?

Kahve denince çoğumuzun aklına kahverengi kahve çekirdekleri ya da öğütülmüş kahve gelir. Tropikal iklimde yetiştiği için, Latin Amerika ülkelerinde neşe içinde kahve toplayan zenci işçiler falan (onlar da kahverengi ya)... En azından Starbucks çoğumuza öyle bir imajı dayatıyor... Oysa kahve kültürünün kaynağı Avrupa'dır ve Avrupa ülkelerinde kahvenin imajı, kahverengi ile özdeş değildir.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Çapa-marka Limonata

Nişantaşı'nın tartışmalı alışveriş merkezi City's'de yeni bir mekan açıldı: Limonata. İzzet Çapa'nın Çapa-marka konseptli mekanlarından biri olan Limonata, gerilla usulü çalışan bir mekan olarak tanımlıyor kendini (o da ne demekse...). Citylife sinemalarının geniş fuayesine ve balkonuna kaşla göz arasında inşa edilen (çok büyük bir mekandı burası, şimdi bölünmüş ve bir restoran-bar yapılmış) Limonata, açılır açılmaz popüler oldu. Twitter'da "ay ne kalabalık, yer bulamadık" şikayetlerinin yükselmeye başlaması Çapa'nın amacına ulaştığını gösteriyor ama bilirsiniz, şişman kadın şarkı söylemeden gösteri bitmez...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Tek taş out, "black" taş in!

İddialı başlığım ve iddialı açılış fotoğrafımla yeteri kadar ilginizi çekebildiysem ne mutlu bana! Bu yazının konusu resimdeki yüzüğün temsil ettiği siyah pırlanta (black diamond) modası. Sex and the City 2'de (hani bizde gösterime gir-e-meyen) Mr. Big'in Carrie Bradshaw'a "çünkü sen başkalarına benzemiyorsun" diyerek evlenme teklif ettiği yüzük. Sarah Jessica Parker'ın kimsenin hayallerini kadını olmadığını ve bunun sadece bir film olduğunu bir yana bırakalım, gerçeğe dönelim: Artık kadınlar tek taş pırlanta yüzük değil, siyah pırlanta sahibi olmak istiyor. Çünkü çok moda...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Ünlü markaları internetten satın alabileceğiniz en iyi adresler

Ünlü markaları internet üzerinden daha ucuza almak ya da Türkiye'de bulunmayan modelleri araştırmak için internet üzerinden satış yapan en iyi sitelerle ilgili yazım bu ay Harper's Bazaar dergisinde (Ekim 2010 sayısı) yayınlandı. Tatlı Hayat'ta ne zamandır yazmayı planladığım e-ticaret top 10 listesinde bu sitelerin başı çektiğinden şüpheniz olmasın.
Çoğunluğu giysi ve aksesuvar satan ve tamamı Türkiye'ye gönderim yapan  bu siteler sadece kadınlara yönelik değil.  Tatlı Hayat'ın erkek okuyucuları! Bu bölümü atlamayın lütfen.

28 Eylül 2010 Salı

Bu sefer mutfakta biri var...


İtalyan tasarım firması Alessi'nin yeni ürünü (çıkalı bir-iki gün oldu) "iPad mi, tablet PC mi?" tartışmalarına yeni bir boyut kazandırıyor. Alessi'nin önerisi, mutfakta bile kullanılabilen AlessiTAB.

14 Eylül 2010 Salı

Biletix bize ne satıyor?

Bilen bilir: İnternette ticaret ve her türlü iş fikrine karşı fazlasıyla ilgiliyim. Teknolojinin günlük hayatımızı kolaylaştıran olanaklarına bayılıyorım, hepsini kullanmaktan yanayım. Fakat bu yazının konusu Biletix'in bilet satış ve teslimat yöntemlerinde, adeta "eşyanın tabiatına aykırı" bir biçimde, interneti kötü kullanması ve hayatımızı kabusa çevirmesi. Tersim fenadır, beğenmeyen bundan ötesini okumasın...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Diyet yaparak "dal gibi" olmak mümkün mü?

Dün geceki 62. Emmy Ödülleri töreninin kırmızı halı fotoğrafları basında çıkmaya başladı. Bir süre kim şık, kim rüküş diye konuşacağız.
Yandaki resimde Kelly Osbourne'u Tony Ward tasarımı siyah elbiseyle görüyoruz. Kulağındaki Martin Katz markalı siyah elmas küpeler ve yine siyah elmas bilekliği (resimde pek iyi görünmüyor) kıyafetini tamamlıyor. Saç rengi Kelly'yi yaşından biraz büyük gösteriyor fakat kesimi ve taranışı giysisine gayet uygun. Bana göre gecenin yıldızı Kelly Osbourne olmuş. En şık veya en güzel kadın olduğu için değil, -eski halini bildiğimizden- en muhteşem dönüşümü gerçekleştiren kadın olduğundan...
Kelly Osbourne'un genç yaşında aşırı kilolu olması ciddi bir problemdi. Başlangıçta pek takmıyormuş gibi davrandıysa da (öyle bir annenin kızı olup "ben kilolarımla barışığım" demek mümkün mü?), neticede "show business"in içindeydi ve bu işte görsellik her şeydir. Kelly 2010 yılına yaklaşık 25 kilo vermiş olarak girdi. Hep tuhaf şeyler giydiği için biz değişimi tam olarak algılayamadık (yani ben). İşte bu fotoğraf, diyetin sonucunu açıkça ortaya koyuyor. Aferin Kelly! Drapeli elbisenin içinde bile "dal gibi" görünüyorsun. Demek ki neymiş? Diyet yaparak da dal gibi olunabiliyormuş...

NOT: Siyah elmas meselesine bir ara değineceğim. Çok moda çooook...

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Gucci Guilty için siyah-beyaz reklam filmi


GUCCI GUILTY -- THE TRAILER
Yükleyen domdylan. - Diğer yaşam ve moda videoları.

Gucci'nin yeni kadın parfümü Guilty için ünlü çizgi roman yaratıcısı ve yönetmen Frank Miller kolları sıvamış. 32 saniyelik siyah-beyaz trailer şu sıralar internette dönüyor. Eylül ayında reklam filminin dağıtımı yapılacak, o zaman tamamını izleyebileceğiz. Sin City, 300 ve  Batman: The Dark Knight Returns gibi filmlerin yaratıcısı Frank Miller, Gucci Guilty için yine siyah-beyaz bir tema tasarlamış. Şimdilik trailer ile idare ediyoruz. Bulunca filmin tamamını ekleyeceğim. Gelişmeleri Gucci'nin Facebook sayfasından da izleyebilirsiniz.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

"Bir kısım medya": Blog'lar ve blogger'lar

Bu yıl, özellikle de son üç aydır halkla ilişkiler şirketlerinin gönderdiği basın bülteni sayısında gözle görülür bir artış var. Bir halkla ilişkiler şirketinin görevlerinden biri tabii ki basın bülteni göndermektir, ben bir blog yazarı olarak e-postama gelen basın bültenlerini kast ediyorum. Markalar ve halkla ilişkiler şirketleri artık blog yazarlarını da medya mensubu olarak kabul ediyor. Bugün, biraz bu konudan bahsetmek istiyorum.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Anladığım zaman size de anlatacağım: Başlangıç (Inception)

Gösterime girdiğinde koşa koşa gidip Başlangıç (Inception) filmini izlemiş ve çok beğenmiştim. Burada yazacağım yazıyla ilgili kafamda fikirler üretiyordum. Geçen gün filmi izleyen bir arkadaşımla konuşuyorduk:
- Inception'ı izledin mi?
- Kaçırır mıyım?
- Ben pek anlamadım filmi yaa, sen anlayabildin mi?
- Evet, gayet güzel anladım. Sen neresini anlamadın?
Rüya katmanları arasında neden o kadar uzun süre geçtiğini anlamamış, yansımanın nasıl olduğunu anlamamış, insanların rüyayı neden önceden planladıklarını anlamamış vesaire vesaire... Anlattım. En sonunda iki soru daha sordu:
- Uçaktaki adam (Cillian Murphy) uyanınca yanındaki adamları rüyasında gördüğünü hatırlayıp hiç işkillenmiyor mu?
- Filmin başında (ve sonunda) Ken Watanabe niye yaşlı? Bunların hepsi rüya mı yani?

Koptum orada. Bildiğimi ya da anladığımı sandığım her şey uçtu gitti. Kafamda güzel bir Inception yazısı yazmak vardı... Filmi bir daha izleyip öyle yazmak daha iyi galiba.

Filmi hala izlememiş olanlar fragmanı buradan izleyebilir. İyi hafta sonları...

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Çiçeklerin dünyasına yolculuk

Bu hafta bir halkla ilişkiler şirketinin, çiçek kokulu yeni bir deterjan ve yumuşatıcı serisinin tanıtımı için blog yazarlarına yönelik olarak düzenlediği "çiçeklerin dünyasına yolculuk" etkinliğine katıldım.  Tanıtımı yapılan ürünlerle ilgili izlenimlerimi burada bulabilirsiniz. Bu sayfada "her genç kadının öğrenmesi gereken" çiçek düzenleme hakkında öğrendiklerimi anlatacağım. Geç olsun, güç olmasın...

1 Ağustos 2010 Pazar

Türkiye'ye gönderim yapmayan sitelerden alışveriş yapmak

Yakında altı aylığına Amerika'ya gidecek bir arkadaşımla, orada yaşamanın kendisine pahalıya mal olacağını konuşuyorduk. "Eşe dosta haber ver, parcel forwarding (paket iletisi) yaparsın" dedim. Yani Türkiye'ye gönderim yapmayan internet sitelerinden alışveriş yapanların Amerika'daki posta adresi olarak çalışır ve harçlığını çıkarırsın demek istedim. Böyle bir iş modeli var çünkü...

27 Temmuz 2010 Salı

iPad hayatımızda neyi değiştirecek?



Migros iPad satmaya başladığında dalga geçtik. İlk gün 700 tane satıp, ellerindeki 1000 iPad'i bitirdiler. İkinci parti yolda, kısa zamanda 1000 tane daha satacaklarına kesin gözüyle bakılıyor. Peki herkes iPad alınca ne olacak? Medyada işler değişecek. Nasıl mı? Şöyle:

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Şampanyayı soğutsak da mı saklasak?


Tatlı Hayat'ta daha önce şampanyayı neyle, nasıl taşıyacağımı dert ettiğimi yazmıştım. Resimdeki Veuve Clicquot'nun mini buzdolabı-kutusu bir ambalaj olarak şişeyi korumanın ötesinde, şampanyanızı soğuk tutarak açıldığında içime hazır bir bir biçimde sunmaya da olanak veriyor.

15 Temmuz 2010 Perşembe

iPad kılıfı mı arıyorsunuz?




iPad'in kendisi Türkiye'ye gelmeden (Eylül'de geleceği söyleniyor) hakkında pek çok şey yazıldı. iPad gelir gelmez almak için şimdiden hazırlık yapıyorsanız, bir de kılıf almanız gerekecek. Tüm şahane Apple ürünlerinde olduğu gibi iPad'de de harika bir ekran var ve çizilecek diye aklınız gidecek. Ayrıca iPad elde kullanmak için tasarlanmış bir cihaz. Masanın üzerine koyayım da bilgisayar gibi kullanayım derseniz bir ayağa ihtiyacınız olacak. Piyasada resim çerçevelerinin desteklerine benzeyen iPad ayakları da var. Sizler için derledim.

18 Haziran 2010 Cuma

Karizmayı çizdirmek ya da çizdirmemek...

Resim ve başlık ne demek istediğimi yeterince ifade ediyor sanıyorum. Yukarıdaki resim Virgin Atlantic Havayolları'nın Londra-Las Vegas seferlerinin 10. yılı kutlamalarında çekilmiş. Richard Branson'ın omuzlarındaki kadın, ünlü dansçı Dita Von Teese.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Şişede durduğu gibi duran votka: Belvedere Pink Grapefruit

Daha önce votkanın nasıl ziyan edileceğine ilişkin fikrimi yazmıştım. Okumaya üşenenler için özet: Tabii ki içine şekerli herhangi bir meyve suyu ekleyerek.

İçeceklerinizi şekersiz içmeye alışırsanız, örneğin çay veya kahveyi şekersiz içenlerdenseniz, kendi tadı ve aroması olan şeylerin şekerle birleşiminden ömür boyu nefret edebilirsiniz. Şekerli şeyler -çoğu meyve buna dahildir- yediğimde sahte, abartılı, suni bir şey yiyormuşum gibi geliyor. Kahvaltıda portakal değil ama greyfurt suyunu da tam da bu nedenle çok severim. Portakal çok tatlı geliyor. Greyfurt suyu damak tadıma daha uygun. Hele büfe tipi pres sıkacakta sıkılmış ve kabuğunun aroması meyve suyuna geçmişse...

Belvedere Votka'nın bu pembe greyfurt aromalı votkasını gördüm internette. Yeni çıkmış. Ballandıra ballandıra anlatmışlar. Tadım notları bir parfümün basın bülteni gibi: alt, orta ve üst notalar... Belvedere'in kullandığı özel yöntem greyfurt aromasını meyvenin kabuğundan ve kendinden elde ediyor. Yapay aroma kullanılmıyor. Tam benim istediğim gibi... Belvedere şişeleri zaten tasarım harikası. Bir içki daha nasıl cazip hale getirilebilir bilmiyorum. Bu yazıyı niye yazdım, onu da bilmiyorum... Tek bildiğim bu şişeyi istiyorum : ))

6 Haziran 2010 Pazar

İnternette sansüre HAYIR!

Sansüre HAYIR

Blogger'ın bazı bölümlerine erişim sıkıntısı yaşıyorum. O nedenle protesto banner'ını şimdilik buraya yerleştiriyorum.

25 Mayıs 2010 Salı

Hangi yiyecek sağlıklı, hangisi değil?

Zaman zaman D&R'da kitap karıştırırım. Bu hafta bakınırken Michael Pollan'ın Food Rules (Yiyecek Kanunları) adlı kitabı geçti elime. Şöyle bir bakıyordum. Okumaya başladım. 15 dakika sonra kitap bitti, benim kafamdaki soru işaretleri de gitti...

13 Mayıs 2010 Perşembe

Paranın satın alabileceğinin en iyisi...

Bir makineden ne satın almak istersiniz? Meşrubat, bisküvi, metro jetonu... Ya da kağıt mendil, hijyenik ped gibi şeyler... Hayal gücünüzü çalıştırın...

6 Mayıs 2010 Perşembe

Votka nasıl "ziyan" edilir?

 
"Votka nasıl içilir?" sorusunun pek çok cevabı olabilir. İçkiden anlayan insanlar size pek çok sunum yöntemi önerebilir. "Nasıl ziyan edilir?" sorusunun ise cevabı basittir: Kokteyl yaparak. 

28 Nisan 2010 Çarşamba

Hem teknoloji hem şarap seviyorsanız...

Bu aralar iPhone ya da iPad ile ilgili yeni bir haber okumadığımız bir gün hemen hemen yok... Yeni bir uygulama, yeni bir teknik özellik... Dünyanın dört bir yanından böyle haberler geliyor. Bunlar arasında yeni bir iPhone uygulaması çok dikkatimi çekti. Uygulamayı anlatmaya başlamadan önce neden sık sık iPhone ve iPad haberi yazdığımı açıklamak istiyorum: iPhone ve iPad'le ilgili her şeyin beni bu kadar ilgilendirmesinin sebebi, daha önceki yazılarımdan birinde belirttiğim gibi, cep bilgisayarı sempatim. 2000'li yılların başında siyah-beyaz ekranlı bu basit cihazlar için geliştirilen uygulamaların hemen hemen hepsi şu anda iPhone uygulaması ya da iPad fonksiyonu olarak tekrar karşımıza çıkıyor. Ve ben bütün bunların -geçmişte başarısız olsalar da- aslında iyi fikirler olduğunu biliyordum. Bugün yeni halleriyle hayatımıza girmesinden "ben demiştim, böyle olacağını biliyordum" hissiyle karışık bir haz alıyorum. Bu kadar sık gündeme getirmem bu nedenle...

13 Nisan 2010 Salı

Vereyim kurtulayım: Panini ekmeği reçetesi


Tatlı Hayat'a son altı aydır "panini", "panini ekmeği", "panini nedir", "panini ekmeği tarifi" gibi anahtar sözcüklerle gelen ziyaretçi sayısı inanılmaz düzeyde arttı. Bunun sebebi sanıyorum KFC'ın yeni çıkardığı panini ekmekli burger. Vatandaş ne yediğini bilmek istiyor: Ne özelliği var bu ekmeğin? Bu sorunun cevabı burada . Reçete arayarak gelenleri hayalkırıklığına uğratmamak için de şimdi harika bir panini ekmeği reçetesi veriyorum.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Akaretler Yokuşu'nu çıkmak için iki iyi neden - II


Akaretler Yokuşu'nun yukarı tarafında, Valideçeşme'ye yakın sağ kolda Housez Suites adında bir otel var. Otelin girişinde eskiden Pomodoro diye bir İtalyan lokantası vardı. Şimdi orası bir şarküteri-kafe. Yani hem alışveriş yapabiliyorsunuz hem de oturup birşeyler yiyebiliyorsunuz. Rani markalı organik ürünler satılıyor.

7 Nisan 2010 Çarşamba

Akaretler Yokuşu'nu çıkmak için iki iyi neden - I

Maçka ile Beşiktaş Akaretler arasındaki yokuş yani eski adıyla Spor Caddesi, yeni adıyla Süleymen Seba Caddesi, kısa ama dik bir yokuştur. Dik olduğundan inmesi de çıkması da zordur. Beşiktaş'a inen kestirme bir yol olduğundan, İTÜ öğrencileri dışında bu yolda pek fazla yürüyen insan göremezsiniz. Yürüyen insanın olmadığı yerde açılan dükkanların da ticari açıdan pek fazla şansı yoktur. Akaretler Sıraevleri'nin restorasyonu tamamlandığında buraya biraz hareket gelir gibi olmuştu. Hatta Sıraevlerin en ucundaki The North Shield Pub da civarda çalışanlar arasında epey popülerdi.

2 Nisan 2010 Cuma

Tuttuğun altın olsun! (Yediklerin neden olmasın?)

Takip ettiğim bloglardan birinde (The Urban Grocer) resmini gördüğünüz yiyecek boyasını gördüm. Domatesi altın rengine boyamak pek iyi bir fikir olmayabilir ama, yiyeceklerin sunumuna önem verenler için harika bir haber doğrusu. Esslack spreyin altın ve gümüş renginde olanları var. Sağlığa zarar vermeyen bu gıda boyası ile bence harika pasta dekorları yapılabilir. Ahududu, çilek gibi küçük meyvelerin boyandığında harika görünebileceğini hayal ediyorum.

Esslack sprey bir Alman sitesi olan Deli Garage'da satılıyor diye yazılmış haberde.  Deli Garage'a girdiğimde ürün stokta kalmadı uyarısını gördüm.

NOT: The Urban Grocer da, Deli Garage da internet üzerinde yaratıcılığın şahikası iki site. Bu gibi iş modelleri hakkında bir yazı yazmayı da planlıyorum.

30 Mart 2010 Salı

Bu da Japonlar'ın Sebastian'ı

Uşak Sebastian konusunda gündemin epey gerisinde kalmışız. Okuyucularımdan biri beni manga serisi Black Butler hakkında bilgilendirdi. 2006'da yayınlanan bu seride şeytanla işbirliği yapmış bir uşağın ve efendisinin İngiltere'deki maceraları anlatılıyormuş. Tabii bu uşak daha genç, daha yakışıklı ve son derece şık. Değişmeyen tek şey uşağın adı: Sebastian.

Bu manga serisini yaratanlar da çocukken Heidi seyrediyordu herhalde...

NOT: Black Butler'ın mangası bulunmalı, maceraları okunmalı...

28 Mart 2010 Pazar

Sebastian'ı nasıl bilirsiniz?

Nerede bir gümüşçü görsem gözüm hemen iki şey arar: Birincisi buz hazneli havyar tabağı, ikincisi minik gümüş çan. Bu iki gümüş eşya bana son derece özel ve nostaljik gelir. Her ikisi de artık günlük hayatta hemen hemen hiç kullanılmaz ama hala üretilirler. Havyar tabağına haksızlık etmeyelim ama evinde gümüş çanı olan kaç kişi tanıyorsunuz? Gümüş çanın ne olduğunu bilmeyenleriniz bile vardır, eminim. Efendim, çok büyük evlerde yaşıyorsanız, bir ihtiyacınız olduğunda hizmetçinizi ya da uşağınızı çağırmak için bağırmak yakışıksız kaçacağından, minik gümüş çanınızı şöyle bir çınlatırsınız. Hizmetçiniz ya da uşağınız hemen kapının önünde belirir:
- Buyrun efendim, der. Ne istiyorsanız söylersiniz.

Benim gibi çocukluğunda Heidi'nin maceralarını izleyenler, Heidi'nin evlatlık gittiği evdeki kibar uşak Sebastian'ı  çok iyi hatırlarlar.

21 Mart 2010 Pazar

Komşu Fırın'ın Osmanlı Ekmeği

Geçtiğimiz hafta Komşu Fırın'dan bir ekmek aldım. Bugün Pazar ve hala aynı keyifle yiyorum,  ekmeği henüz bitiremedim. Yeni ürün Osmanlı Ekmeği. Resimde gördüğünüz gibi kocaman bir somun. Kabaca 600-700 gr. gelir. Üzeri irmikle kaplı. İçinde irmik ve zeytinyağı var. Kabuğu çıtır, içi yumuşak ama sünger gibi değil. Dilimleri kocaman. Resimdeki dilimler fazla gözenekli, benim aldığım ekmeğin gözenekleri bu kadar büyük değil. Ekmeğimi kesekağıdıyla birlikte ağzı kapalı bir poşette tutuyorum, hala bayatlamadı. Şiddetle tavsiye ederim. Burada basın bülteninden ürün tanıtımı yapıyormuş gibi oldu ama, gerçekten çok beğendiğim için bu ekmeği tavsiye etmek istedim. Bu dolgun ekmeği yedikten sonra, bakkal ekmeklerinin ya da paketli ekmeklerin bu kadar hafif olması için neden yapıldığını merak ediyor insan...

16 Mart 2010 Salı

Ayakkabılarınızı nerede çıkarıyorsunuz?

Geçenlerde, Türk toplumunun farklı kesimlerinin sosyo-ekonomik statülerinin açılımını yapan bir araştırma paylaşıldı Facebook'ta. Hani reklamverenlerin A, B, C diye gruplandırdığı insanlar var. Gelir düzeyi ve yaşam biçimlerine göre sınıflanıyorlar. Her marka kendini bu grupların bütçeleri ve tüketim alışkanlışklarına göre konumluyor hani... İşte o araştırmanın detaylarını paylaşacağım sizinle. Benim dikkatımı çeken sosyo-ekonomik statünün belirlenmesinde gelir, yaşam standardı, teknoloji kullanımı gibi kriterlerin yanı sıra eve girerken ayakkabı çıkarma alışkanlığı oldu. Ayakkabınızı kapının önünde mi yoksa içeride mi çıkardığınız sosyo-ekonomik statünüzü belirlemede bir kriter oluyor.  Ayakkabılarını yatağa girene kadar çıkarmayanlar bu ölçekte yok, ama öyle insanlar da var. İşte bu ilginç araştırmanın sonuçları:

8 Mart 2010 Pazartesi

Bir Kathryn Bigelow filmi

Bu sene Oscar kazanan filmlerin çoğunu izlemediğim için hiçbir yorum yapamayacağım. Sadece hiç Kathryn Bigelow filmi izlemediyseniz daha önce Tatlı Hayat'ta paylaştığım 8 dakikalık bir filmini tekrar paylaşmak istiyorum. Ödülü bileğinin hakkıyla almış mı almamış mı, en azından bir fikir edinirsiniz. Oscar alamayan District 9 ile ilgili yorumumu buradan, Avatar ile ilgili yorumlarımı da buradan okuyabilirsiniz.

6 Mart 2010 Cumartesi

Pembe haber: Benicio Del Toro, Magnum reklamlarında

 
Hafta sonu içiniz açılsın diye koydum bunu. Benicio Del Toro, Magnum reklamlarında oynayacak. Filmekimi'nde toplam 6 saat Che izlediğimden bu yana bir Benicio Del Toro yazısı yazacağım. Kurtadam'ı izleyeyim de ondan sonra yazayım diye kasmıştım. Ben o yazıyı yazana kadar bununla idare edin. İyi hafta sonları.

2 Mart 2010 Salı

Harcıalem couture olur mu? (*)

 
Ünlü modacı Sonia Rykiel'in H&M için tasarladığı özel koleksiyon geçtiğimiz kışa damgasını vurdu. Moda ile ilintili hemen hemen bütün sitelerde reklamlarını gördük. Şimdilerdeyse Jean Paul Gaultier'nin Target için hazırladığı koleksiyonun tanıtımı dönüyor. H&M de Target da bana göre harcıalem markalar. Peki couture tasarımcıların bu harcıalem markalarla işi ne?

25 Şubat 2010 Perşembe

Hem tanıdık hem yepyeni: Vogue Türkiye

Vogue Türkiye'nin birinci sayısı bugün bayilerde. Nihayet. Dün ise derginin özel olarak numaralanmış ilk 1000 kopyası, koleksiyonerler için özel olarak satışa sunuldu. 11, 12 ve 13 numaralı kopyaları aldım. İşte izlenimlerim.

23 Şubat 2010 Salı

Bu konsept tutar mı?

 
Nişantaşı Vali Konağı Caddesi'nde yanyana duran iki kahveciye (Starbucks ve Caffe Nero) nisbet yapar gibi tam karşılarına açilmış bir başka kahveci var: Zamane Kahvesi. Logosundaki güler yüzlü kağıt bardağa bakıp take away kahve servisi yaptığını sanmayın. Aslında gayet modern bir muhallebici burası.

19 Şubat 2010 Cuma

İnternet sizi vezir de eder, rezil de...

 
Yukarıdaki mide bulandırıcı resim için özür dilerim ama konuya dikkat çekmek için yaptığım küçük bir gazeteci numarası bu, affınıza sığınıyorum.

Geçenlerde TripAdvisor'dan gelen bir e-postayı açtığımda  ben de bu manzara ile karşılaştım. Tamamen şok ediciydi.

18 Şubat 2010 Perşembe

Lüks ölmedi, içimizde yaşıyor...

İnternette rastladığım bir yazıda ünlü moda tasarımcısı Carolina Herrera'nın "lüks geri döndü" türünden sözlerinin yer aldığı bir röportajdan bahsediliyordu. Özetle, Carolina Herrera'nın gözlemlerine göre ekonomik durgunluğun geçtiği ve lüks tüketimin yeniden başladığı yazılıyor. Acaba gerçekten öyle mi?
Dünyaca ünlü bir modacı olarak Carolina Herrera'nın müşteri kitlesinin lüks tüketimin başını çeken kişiler olduğuna şüphe yok (Herrera'nın butiklerinde giysi fiyatları 1.500 ile 10.000 dolar arasında değişiyor). Ekonomik kriz zamanında lüks tüketimde bir gerileme olduğunu da hepimiz biliyoruz. Carolina Herrera, müşterilerinin hala temkinli olduğunu ve eskiden elbiselerini ikişer-üçer alan müşterilerinin bile sadece en beğendiği parçayı aldığını söylüyor. Buna rağmen yakın zamanda açılan Las Vegas butiğinde 7.900 Dolarlık bir elbise, deyim yerindeyse "peynir-ekmek gibi" satmış. 

Bu haberi okuyup, Amerikan ekonomisinin iyiye gitmekte olduğuna ilişkin çıkarımlar yapılabilir. Haberde yer alan ve benim dikkatimi çeken bir diğer bilgi ise Herrera'nın tasarımlarından, moda ve lüks anlayışından vazgeçmeden maliyetleri, doğal olarak da satış fiyatlarını düşürdüğüydü.  Tabii ipekli kumaşlardan lüks gece elbiseleri yaparken maliyeti düşürmek için terzilerinizi işten çıkaramazsınız. Bu nedenle Carolina Herrera markasında fiyatlar ancak %10 kadar düşmüş. Öte yandan Herrera,  CH Carolina Herrera adında daha ucuz bir alt marka oluşturmuş. Bana göre bu, kısır döngüsel bir çelişki. Çünkü siz lüks tüketim azaldığı için alt markalar oluşturuyorsunuz fakat alt markalar tüketiciyi bir şekilde lüks tüketime yönlendiriyor. Lüks tüketimde talep artınca fiyatlar da artıyor ve bu da lüks tüketimin azalmasına neden oluyor.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Küp şeklinde havyar

İnternette gördüm çok ilgimi çekti. Ünlü havyar üreticisi Petrossian, özel bir yöntemle havyarı presleyerek küp şeklinde havyar ezmesi parçaları oluşturmuş. 20 gr.'lık kavanozlarda 45 Dolar'a satışa sunuluyor. Her kavanozda ortalama 18 adet küp var. Küpler havayla temas etmesin diye özel bir yağ kullanılıyor, havyarın aromalı bu yağı dökmeyip başka yemeklerde de kullanabiliyorsunuz.


Peki bu havyar neyle nasıl sunuluyor? LA Times'ta yazılanlara göre, Hollywood'taki Petrossian Boutique and Restaurant'ın menüsünde limon ve füme somonlu linguini ve votkayla birlikte sunuluyormuş. Hmmm, ilginç... New York Times'taki bir makalede de yukarıdaki kanape fotoğrafını gördüm. Denemek lazım...

4 Şubat 2010 Perşembe

District 9 "berbat" bir film mi? Oscar alabilir mi?

 
Önceki gün Oscar adayları açıklandı. Sinemalarda (en azından Türkiye'de) çok fazla gişe başarısı gösteremeyen bir film de en iyi film adayları arasındaydı: District 9 (Yasak Bölge adıyla gösterildi). Film gösterime girdiğinde Habertürk'ten Rahşan Gülşan filmi beğenmediğini ve "berbat" bir film olduğunu yazmıştı. Başka eleştirmenler de, asıl işi sinema yazarlığı olmayan Rahşan'ın kendi işine bakmasını söylemişti, o ne anlardı...

Oscar adaylığı açıklandığında, District 9'ı tekrar anımsadım ve bloguma film hakkında yazmamıs olmamın haksızlık olduğunu düşündüm. Elbette buraya her izlediğim filmi yazmıyorum (aslında yazsam ne çok hit alırım, internette en çok aranan kelimeler sinemayla ilgili). "Kayda değer" olanları tercih ediyorum. Tam da bu nedenle District 9'ı yazmamış olmak filme haksızlık olacaktı. Öte taraftan Rahşan Gülşan'ın neden "berbat" bulduğunu da çok iyi anlayabiliyorum, bununla ilgili de bazı yorumlarım olacak.

2 Şubat 2010 Salı

Richard Branson, şimdi de okyanusları fethediyor!

 
 Dünyadan uzaya ticari uzay yolculuklarını başlatan çılgın girişimci, macera tutkunu Richard Branson yeni bir ticari girişimiyle hayalgücünün sınırlarını zorlamaya devam ediyor. Branson'un yeni fikri, özel yapım bir denizaltı ile okyanuslarda turist gezdirmek. San Fransisco merkezli Hawkes Ocean Technologies ile anlaşan Branson, özel yapım Deep Flight Merlin modelini kendi müşterilerinin hizmetine sunuyor. 

30 Ocak 2010 Cumartesi

Kapalı havalarda sinemada komedi filmi izlemek...

Başlık Ekşi Sözlük'ün başlıklarına benzedi ama, böyle bir klişe vardır: Kapalı havalarda, özellikle de hafta sonunda, sinemaya gidilir, ya komedi ya da romantik filmler izlenir. Havanın kasveti biraz olsun dağıtılır. Daha çok kadınlara özgü bir davranıştır...

Bu hafta sonu da hava pek iç açıcı değil. Sinemalarda gösterimden kalkmadan önce "Kim Kiminle Nerede" adıyla oynayan Whatever Works'ü görmenizi tavsiye ederim.

Yönetmen Woody Allen, oyuncular Ed Begley Jr, Patricia Clarkson, Larry David, Conleth Hill ve Evan Rachel Wood. Tanıdığım bazı insanlar Woody Allen filmlerini laf kalabalığı yüzünden izlemekte zorlandıklarını söylüyorlar: "Daha bir espriye gülmemiz bitmeden ikincisi ve üçüncüsü geliyor, takip edemiyoruz" diyorlar. Bazıları da bu durumu seviyor.

Whatever Works tipik bir Woody Allen filmi. Çıkıntı tipler, akla hayale gelmez olaylar, tuhaf ilişkiler ve bol bol kahkaha, bol bol felsefe... Bu sefer, hayattan elini eteğini çekmiş eski bir fizik profesörünün, evden kaçan taşralı bir genç kızla tesadüfen başlayan ilişkisi çevresinde aşk, evlilik, ilişkiler, cinsellik ve kuantum fiziği anlatılıyor. Kızın sarışın adamın da bir çeşit dahi olması (afişte görüldüğü üzere) filmin ne kadar komik olduğu hakkında ipucu veriyordur sanırım. Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz.

İyi seyirler.

28 Ocak 2010 Perşembe

2010'un ilk bombası: iPad



Dün (bizim saatimizle akşam),  San Fransisco'daki etkinlikte Apple'ın yeni ürünü tanıtıldı. Her yıl merakla beklenen bu etkinlikte Mac kullanıcılarına son yenilikler tanıtılıyor. Bu sene çok özel bir tablet bilgisayar tanıtılacağı da uzun zamandır konuşuluyordu. Nitekim öyle oldu. Yaklaşık 23 cm. boyunda ve 750 gr. ağırlığında bir tablet bilgisayar tanıtıldı: iPad. Aslına bakarsanız bu bir tablet bilgisayardan çok, büyükçe bir iPhone.

Akşam haberi ilk veren Türkçe sitelere göz attım hızlıca. NTVMSNBC.COM'da yorumları gördüm. "Mac şöyledir, Linux böyledir, Windows 7 daha daha böyledir" vb. Gençler almış eline sazı... Türkiye ortalamasını bilmiyorum ama dünya genelinde her 10 bilgisayar kullanıcısından 1'i Mac kullanıcısıdır. Nedense bu durum, Mac kullanıcısı olmayan diğer 9 kişiye Mac hakkında atıp tutma hakkı verir. Çünkü Mac pahalıdır. Çünkü Mac şıktır. Çünkü Mac havalıdır. Çünkü Mac'inizi iki sene sonra çöpe atmazsınız. Çünkü Mac'te virüs ve sistem çökmesi sorunu neredeyse yoktur. Çünkü Mac kullananlar Mac'lerini yere göğe sığdıramaz... iPad hakkında da bir sürü "şurası eksik, burası gereksiz" vb. yorum gördüm. İnsanların teknolojiyi sıkı sıkı takip edip gecenin o saatinde teknoloji haberlerini okuması güzel de... Gözden kaçan bir nokta var. Ona değinmek istiyorum.

Daha önce Macbook Air tanıtıldığında da benzer şeyleri yazmıştım. Steve Jobs bir fikir önderi. Bilgisayarlarla insanların ilişkilerinin nasıl olması gerektiği konusunda bir yol çiziyor ve kendi markasının ürünlerini de bu doğrultuda şekillendiriyor (doğal olarak). Steve Jobs'a göre kişisel bilgisayar (hani PC denilen şey), adı üstünde son derece kişisel. E-postalarımızı okuyoruz, yazıyoruz; tatil fotoğraflarımızı, müziklerimizi ve videolarımızı yüklüyoruz, izliyoruz, dinliyoruz, mümkünse edit ediyoruz (Mac'lerde bu uygulamalar sistemin içinde ücretsizdir); internete giriyoruz, dosyalarımızı saklıyoruz ve gerekirse paylaşıyoruz. Temelde yapılan işler bunlar. Bunların dışındaki her şey bilgisayarınızı gereksiz yere karmaşıklaştırmaya ve pahalılaştırmaya yarıyor. Gerçi geçmişte Mac fiyatları her zaman diğer PC'lerden fazlaydı. Bunun sebebini biliyorsunuz (çünkü daha havalıydı : )). Oysa iPad 499 Dolar'dan başlayan fiyatlarla satışa sunulacak. İşte bu noktada Steve Jobs dünyaya bir mesaj veriyor, onu doğru okumak gerekiyor.

NTVMSNBC.COM'daki yorumlara yazdım. iPad yeni teknik özelliklerle dolu yeni bir bilgisayar olmaktan çok, teknolojinin nereye gittiğini gösteren kavramsal bir ürün. Steve Jobs geçmişte müzik dinlemenin dijital ortama doğru yönlendiğini gördü. Madem kimse CD satın almıyordu, müzik piyasası parça başına küçük paralar ödenen (ve kullandığın kadar harca modelini benimseyen) bir yöne gitmeliydi.  iTunes'un başarısı haklı olduğunu gösterdi. Madem müzik 2-3 MB'lık bir dijital dosyaya dönüşebiliyordu neden cepte taşınmasındı? iPod'un başarısı insanların bunu istediğini gösterdi. Madem  cep telefonlarına bir sürü para ödeniyordu, neden mail alıp gönderen, bulunduğunuz yeri gösteren, içinde interneti de olan kompakt bir iletişim cihazı haline gelmesindi? iPhone'un satışa çıktığı gün mağazaların önünde oluşan kuyrukları unutmadık.

Kişisel bilgisayar bir teknoloji ürünü olduğu kadar bir tüketim nesnesi. Aynı zamanda başka şeyleri de tüketmemize aracı oluyor. Örneğin müzik dinlemek için bilgisayarınızı kullandığınızda, bilgisayarın kendisi ayrı bir tüketim nesnesi, müzik ayrı bir tüketim nesnesi. Jobs bunu görüyor ve aralarındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğini bilgisayarı düzenleyerek hepimize gösteriyor. Kimimiz bunu beğeniyor, kimimiz beğenmiyor. iPad'in bize gösterdiği şu: Bilgisayarlar geliştikçe, pek çok şey yapabilir hale geldiler. Fakat gündelik hayatta yaptıklarımız, teknolojik gelişmeye göre şekillenmiyor. İnsan doğasına göre şekilleniyor. İnterneti çoğu kişi gazete okumak, müzik dinlemek, sosyal paylaşım sitelerine girmek ve e-posta için kullanıyor. Bazen de alışveriş için ama alışveriş en arka sıralarda. İnternet hızı ne kadar artarsa artsın, e-ticaret siteleri ne kadar harika olursa olsun, "interneti ne için kullanırsınız?" sorusunun cevabı hiçbir zaman "alışveriş için" olmayacak. Hep "bilgi almak, iletişim ve eğlence" önde olacak. İşte Jobs bunu görüyor. Bu nedenle de internete bağlanan bir cihazın neler yapabilmesi gerektiğini söylüyor. Biliyorsunuz Macbook Air bir dizüstü bilgisayar olarak tasarlanmıştı ve içinde CD/DVD sürücüsü yoktu. Nedeni basit. Bugün kim floppy disk kullanıyor? Yakın gelecekte de kimse CD veya DVD kullanmayacak. Neden bazıları belki kullanır diye herkese eski teknolojinin parasını ödetesiniz? Üstelik olabildiğince hafifletmeye çalıştığınız bir cihazda. Steve Jobs böyle yaparak bir yandan taşınabilir bilgisayar "taşınabilir olmalıdır" (ince ve hafif) mesajı veriyor; diğer yandan da harici bellek üreticilerinin işlerini geliştirmelerine zemin hazırlıyor.

iPad bugün, cep telefonları ve Kindle'ın (daha doğrusu digital reader'lar demek lazım) gitmeye çalıştığı yere götürüyor bizi. Geçmişte cep bilgisayarı kullananlar bilir: Cep telefonları bu kadar maharetli değilken, cep bilgisayarımızda adres defteri ve ajanda taşıyabiliyor olmak büyük lükstü. Cep bilgisayarları için dijital kitaplar da vardı ama sorunlar çoktu: hafıza yetmiyordu, internete bağlanamıyordu. Derken  cep telefonlarını bilgisayarlaştırdılar. Cep telefonları çok küçüktü, okumak için pratik değildi; sonra dizüstü bilgisayarları küçültmeye çalıştılar ama bir türlü yeterince ucuzlatamadılar. Steve Jobs bir kere daha şu gerçeği gözümüze sokuyor: İçine istediğiniz kadar süper işletim sistemi, işlemci, program vs. koyun "kişisel bilgisayar" temelde okumak, yazmak, izlemek, iletişmek ve arşivlemek için kullanılıyor. Bu işlevleri yeterince karşılayan, yeterince ucuz ve yeterince portatif bir cihaz gerek bize. Hepsi bu...


NOT: Geçmişte yayıncılığın geleceğinin internetle bağlantılı olduğu hakkında yazmıştım. iPad başarılı bir video oynatıcı, müzik oynatıcı, dijital okuma cihazı olarak ciddi bir pazar payına ulaştığında, tüm dijital içerik üreticilerinin birleşip Steve Jobs'un dev bir heykelini yaptırmalarını bekliyorum.

NOT 2: iPad'in teknik özelliklerini, testlerini ve diğer konuları buradan, resmi tanıtım videosunu buradan görüntüleyebilirsiniz.

27 Ocak 2010 Çarşamba

T-shirt'ünüz konuşacak...


Geçenlerde Facebook üzerinden gelen bir linki paylaşmak istiyorum: Tasarımcı Bülent Fidan'ın da aralarında bulunduğu bir grup genç tasarımcının özel olarak hazırladığı desenler, t-shirt'lere basılarak internet üzerinden satılıyor. Atelier Creart'ın web sitesinde bu desenleri inceleyebilirsiniz. T-shirt baskısı yapan başka sitelerden farklı olarak, Atelier Creart'ın desenlerini grafik olarak çok başarılı bulduğum için sizlerle paylaşıyorum. Özellikle Geleneksel-Kültürel başlığı ile kategorize edilen desenler, bilinen turistik baskılardan çok daha havalı, çok daha cool. Mesajıyla, deseniyle, tasarımıyla adeta konuşuyor... Kırkpınar Yağlı Güreşleri ve Karagöz-Hacivat temalı olanları çok beğendiğim için burada resimlerine yer veriyorum. Siz de beğendiklerinizi yorumlara yazabilirsiniz.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails