24 Temmuz 2008 Perşembe

"Cool" nasıl olunur, nasıl olunmaz?


Elle dergisinin Temmuz sayısında sevgili Ferhan İstanbullu ile yapılan röportaj var. Sağ tarafta linkini bulacağınız Madam Bovary'nin yazarı Ferhan ile tasarım, moda ve "cool olmak" üzerine konuşmuşlar. Harvey Nichols'ı ikinci adres belleyip yine de "cool" olmayı başaramayanlara rehber mahiyetinde. Röportajında çok güzel özetlemiş: Moda ve stil bağlamında kendi doğrularını yaşayan fakat bunları başkalarına dikte etmekten kaçınan kişi (bence başkalarının dikte ettiklerini de hiç "takmayan"). Derginin yeni sayısı çıkmadan önce, merak edenlere duyurulur...

NOT: Madam Bovary'ye Wordpress'e getirilen yasak nedeniyle erişemediyseniz, Radikal gazetesinin hafta sonu ekindeki Efervesan köşesinden Ferhan İstanbulu,nun yazılarını takip edebilirsiniz.

NOT 2: Geçtiğimiz hafta "Türkiye'de çıktı mı, çıkacak mı?" diye herkesin karın ağrısı haline gelen Vogue dergisinin Türkiye edisyonunun genel yayın yönetmeninin Ferhan olacağı haberleri geldi. Haberler doğru. Vogue Türkiye'yi heyecanla bekliyoruz...

22 Temmuz 2008 Salı

Vişneli, limonlu, lale şeklinde nostaljik dondurma


Büyükada'ya ne zaman gitsem, başka bir şehre gitmiş gibi hissederim. Hatta başka bir ülkeye... Büyükada ve komşuları, İstanbul'a hem yakın hem uzak konumlarıyla, bambaşka bir yaşam kültürünü geliştirmeyi başarmış. Adada motorlu araçların yasak olmasını falan kastetmiyorum. Herşeyin pahalı, kıt ve "öyle" olmasının kabullenilmiş olmasını kastediyorum. Mesela adada tek bir fırın varsa (ikinci bir fırın açılsa, fırıncılardan biri aç kalabilir zira) ve saat 16.00'dan sonra simit çıkarmıyorsa, "o saatten sonra simit yenmeyeceği"nin öylece kabul edilmesini... Adada olunca, çoğu şeyi "öyle" yapmaktan başka pek fazla seçenek yok galiba...

Geçen hafta Büyükada'daydık (Sevgili Güliz Canbaz ile). Adanın çarşıya yakın sokaklarından geçerek, turistlerin olmadığı bir yerlere varmaya çalışırken, 12-13 yaşlarında bir delikanlının üç tekerlekli ahşap bir arabada dondurma sattığını gördük. Hani her köşe başında Algida dondurma satılmadığı, çocukların dondurmayı ancak lunaparklarda ya da kasaba panayırlarında falan gördüğü zamanlardaki arabalardan biriydi (İzlemedim ama, Dondurmam Gaymak filmindeki gibi). Vişneli, limonlu, kavunlu, kaymaklı, çikolatalı ve çilekli dondurma çeşitleri arasından seçim yaptık. Resimde benim vişneli ve limonlu dondurmamı görüyorsunuz. Delikanlı, yassı bir dondurma kaşığıyla biraz acemice, ama özene benzene külahı parça parça dondurmayla doldurdu. Külah sonunda lale şeklini aldı. Gözüme çok eğlenceli göründü... Dondurmanın tadı ise daha çok sorbeye benziyordu. Özellikle limonlusu. Güliz'e çocukluğunun Bursa'sındaki dondurmacıları hatırlatmış. Bana Sicilya'daki kafelerde espresso ile verilen limonlu- portakallı sorbeyi hatırlattı. Yaşasın nostalji!..


NOT: Şahane sorbet tarifleri için şahane bir blog: FXCuisine

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Issız adada tek başına



Resimde gördüğünüz Yeni Zelanda'daki Adalar Körfezi'nin kuzeyinde yer alan "ıssız" bir adada yer alan Cavalli Island Retreat&Spa. Son derece lüks ve "stilish" bir tatil özlemi duyanların, eşe-dosta anlata anlata bitiremeyeceği bir yer. Yeni Zelanda'da yaz ayları sayılan Aralık ve Ocak ayları için şimdiden yer ayırtmakta fayda var. Zira bu tesis, spa, su sporları ve golf gibi olanaklar sunsa da, aslında çok küçük. Aynı anda sadece 6 kişiyi misafir edebiliyor. Öte yandan sessiz ve gözlerden uzakta bir yerde lüks bir tatil yapmak için ihtiyacınız olan her şeye sahip. Çünkü yaklaşık 20 personel de yeme-içme, masaj, dalış dersi, tekneyle denize açılma, golf sopası taşıma vb. konularda hizmette kusur etmemek için çalışıyor. Bütün bunların bedeli, özel yatla çevre gezileri ve dalış dersleri de dahil edildiğinde, iki kişi içon gecesi 20.000 Dolar.

Cavalli adını Roberto Cavalli'den mi almış, diye merak ettim. Malum, ünlü modacıların ünlü zincir otellerde güzellik merkezi ya da restoran dekore etmeleri, bu alanda yatırım yapmaları ve kendi adlarıyla yer açmaları sık rastlanan bir şey. Gerçi okyanusun ortasında, birkaç odalı ve tek katlı bu tesis, Roberto Cavalli'nin tarzını yansıtamayacak kadar sade göründü gözüme. Öyle değilmiş: Yeni Zelanda'nın kuzey doğusundaki Adalar Körfezi'nde yer alan bir grup küçük adanın adı Cavalli Adaları'ymış. İsim benzerliğine bak sen! Richard Branson'ın özel adası da Karayipler'deki Virgin Adaları'nda olduğundan, altında bir numara aramadan duramıyor insan...

15 Temmuz 2008 Salı

Vapiano: Yavaş giden çok yaşar (mı?)


Bugün Anadolu yakasında ilginç bir restoran konseptini tanıma fırsatı buldum: Suadiye'deki Vapiano. İlk bakışta FanFang'ın İtalyan mutfağı versiyonu gibi geldi. Bu nedenle çok ilginçti. Gidenler görmüştür. FanFang'ta siparişinizi verirsiniz. Kasaya ödemenizi yapar, bir sipariş numarası alırsınız. Siparişiniz yarı açık mutfakta hazırlanırken, mutfakta aşçıların neyi nasıl pişirdiklerini görebilirsiniz. Çin yemeklerinin çoğu stir-fry olduğundan, yani yüksek hararetli ateşteki geniş sac tavada şöyle bir çevrilerek kısa zamanda piştiğinden, uzun süre beklemeniz gerekmez.

Vapiano'da da benzer sistem var. Mutfak, müşteriden camlı bir banko ile ayrılıyor ve fast-food restoranlardaki gibi bankonun arkasında birçok genç var. Aşçı giysileri giymişler ama biraz sonra okuyacaklarınız nedeniyle bu gençlere aşçı diyemeyeceğim. Kapıdan girdiğinizde size manyetik bir kart veriliyor ve sipariş verdiğinizde, siparişinizi alan pişirici gencin önündeki okuyucuya kartınızı okutuyorsunuz (aslında yazdırıyorsunuz). Böylece siparişinize ait bilgi manyetik kartınıza yükleniyor. Menü basit: Antipasti (başlangıçlar), Pasta (makarnalar), Piza ve Dolci (Tatlılar). Siparişiniz hazırlanırken tıpkı fast-food restoranın bankosunda bekler gibi bekliyorsunuz. Bitince tabağınızı tepsinize alıp gidiyorsunuz.

Oturma yerlerinin bir kısmı okul kantini görünümünde. Bu uzun masalar ve banklar da bana Wagamama'yı hatırlattı. Kalabalık zamanlarda tanımadığınız birileriyle de masanızı paylaşabiliyorsunuz. Masalardaki saksılara taze fesleğen ekilmiş. Yemeğinize biraz daha fesleğen eklemek isterseniz, hop, saksıdan bir-iki yaprak koparıverin, tamamdır...

Vapiano, az biraz İtalyanca bilgime göre Va Piano olarak mı yazılıyor acaba diye merak etmiştim, va piano, yavaş giden anlamına geliyor çünkü... Öyleymiş. Alman kökenli İtalyan restoranları zinciri, adını İtalyanca'daki "chi va piano va sano e va lontano" (yavaş giden, daha sağlıklı olur ve daha uzağa gider) deyiminden almış. İtalya'da çok yaygın olan slow food akımına da gönderme yapıyor. Yani yavaş ye, iyi ye, tadını çıkar... Tabii bunu Vapiano'da nasıl yapacağız bilemiyorum. Zira azıcık İtalyan mutfağı tecrübesi olan herhangi bir aşçı Vapiano'dakilerin yemek pişirme biçimlerini görse kahrolur. Çünkü Vapiano bankolarındaki tüm yemekler wok benzeri sac tavalarda pişiyor. Aslında makarna çeşitleri demek lazım, çünkü pizzalar için bankoda beklenmiyor. Tavaya önce zeytinyağı konuyor, sonra sos malzemeleri. Yan tarafta içi kaynar su dolu fritözler var. Buraya bir porsiyon taze makarna atılıyor. Makarna suda kaynarken makarna sosunun malzemeleri teker teker sac tavaya atılıyor. Tabii tavayı ısıtan ateş kaynağı hararetli olduğundan, arada yanık zeytinyağının kokusunu alabiliyorsunuz. Ben bugün, bir İtalyan mutfağı klasiği olan Pasta Carbonara yedim. Makarna tipini seçebiliyorsunuz, çok sevdiğim için tagliatelle ile istedim. Krema ve prosciutto ile yapıldığından, yakılacak ya da kavrulabilecek bir şey yoktu içinde. Fakat ben beklerken karidesli makarna isteyen bir bey vardı, onun yerinde olmadığıma şükrettim. Önce zeytinyağı yandı, sonra o bol yanık yağa karidesler atıldı. Sonra üzerine sarmısak ve diğer malzemeler atıldı. Bilemiyorum... Yağda kızarmış karidesli makarna yiyerek kendimi özel bir şey yemiş gibi hissedebilir miyim? Karar sizin. Buradan mekanın videolarını izleyebilirsiniz. Vapiano'da herşeyi hızlı pişiriyorlar, ama siz yavaş yiyin....

10 Temmuz 2008 Perşembe

Eco-turiste eco-ada gerek!



Sağa baktım, sola baktım, yine bir Richard Branson girişimiyle karşılaştım: Branson, İngiliz Virgin Adaları'ndaki özel adası Necker'ın yakınlarında yer alan Mosquito (Sivrisinek) adasını 20 özel evin yer aldığı bir eco-tatil köyüne çevirmeyi planlıyormuş. Kendi enerjisini kendi üretecek tesiste yiyecekler de adada yetişen bitkilerden elde edilecekmiş. Son yıllarda yükselişe geçen bir eco-turizm trendi vardı: Turistleri dağa-yaylaya çıkarıp, manzaradan başka hiçbir lüksü olmayan yerlerde konaklatmak. Nedense, lüks kavramının doğallığa ya da çevreciliğe aykırı olduğu düşünülür. Kısmen anlaşılabilir bir düşünce olsa da, ben, tersinin de mümkün olabileceğini düşünürüm hep. Nitekim Branson da Mosquito adasında planladığı yerleşim için klimaları çalıştıracak enerjiyi rüzgar gücünden elde etmeyi planlıyormuş. Virgin Adaları yönetimi, projeye yeşil ışık yakmış. Proje hayata geçince, eco-turizm kavramının yön değiştireceğine bahse girerim...

5 Temmuz 2008 Cumartesi

EBay'in başı fena halde belada (mı?)

İnternet dünyada yavaş yavaş yaygınlaşmaya başladığında, tüm dünyanın gözü, adı öne çıkan birkaç siteye çevrilmişti: Amazon ve EBay gibi... Amazon internet üzerinden kitap satıyordu, dünyayı ayağımıza getiriyordu, yok yoktu... Ebay ise, açık arttırma usulüyle birilerinin birşeylerini ikinci el fiyatıyla kolayca satabilmesini sağlıyordu. Ucuza bir şey arıyorsanız bakacağınız ilk yer EBay idi. Size hediye edilen Hermes çantayı beğenmediyseniz (çıldırdınız mı?), mağaza fiyatının çok altında bir açılış fiyatıyla açık arttırmaya koyup, kapanın elinde kalmasını sağlayabiliyordunuz mesela. Bir süre sonra "taklit değil imitasyon"cular bu kolay satış yöntemini keşfetti. Nerede üretildiği malum, aslının tıpkısı marka çantalar, cüzdanlar EBay'de cirit atar oldu. Bunun çok benzeri siteler çoğaldı. Türkiye'de sanal açık arttırma sitelerinin en bilineni Gittigidiyor gibi...
Bugüne kadar EBay'den hiçbir şey almadım ama Gittigidiyor ile ilgili tecrübelerim var. Onun için çekinmeden yazabilirim. ALL alışveriş dergisini hazırlarken, alternatif alışveriş kanallarını test etmek için birkaç açık arttırmaya katıldım. Birkaç yıl öncesinin 10 YTL'sine bir LV ajanda aldım. Bu, inanılmazdı. Paketim geldiğinde kurallar gereği hemen açıp, içini kontrol edip, beğenmediğim bir şey varsa iade etmem gerekiyordu. Paketi açtım. Ajanda sahteydi. Sahte deri değildi ama sahte Louis Vuitton idi. 10 YTL için tekrar kargo ve paket yapmaya üşendim. Zaten ürünün sayfasında Louis Vuitton ajanda yazmıyordu. "Harika, şahane, komple deri LV ajanda" türünden ifadeler vardı. Fotoğraflardan da bende gercek olduğu izlenimini yaratmıştı. Ama mağazasından almadığım 10 YTL'lik bir şeyin orijinal olmasını bekliyorsam, bu benim biraz saf (!) olduğum anlamına gelirdi. Gerçi benim saf olmam, Gittigidiyor'daki satıcıların sahte ürünler sattığı gerçeğini değiştirmezdi. Neyse, siteyi test edip sonucu aldığımıza göre, konu kapanabilirdi. Zaten ajandayı bir arkadaşıma verdim. Taklit maklit demedi, büyük bir memnuniyetle kabul etti. Bu durumdaki onlarca Gittigidiyor alışverişçisi sayesinde sitenin binlerce müşterisi oldu ve sonunda EBay bu siteyi satın alarak, Türkiye'de bu isimle satış yapmaya başladı.

EBay ya da Gittigidiyor gibi siteleri dikkatle incelerseniz, satıştaki yüzlerce ürünün satıcılarının 5-10 kişi olduğunu hemen farkedersiniz. Bir insanın satılık ikinci el kaç tane LV ya da Prada çantası olabilir ki? Üstelik hepsi orijinal(?!) ambalajında... Tabii Etiler ve Nişantaşı pasajlarını dolaşanlar durumu çok iyi bilir. İki tip satıcı için sanal mağazadır burası. Birincisi bu pasajlarda dükkanı olan, markaları Singapur, Hong Kong gibi vergi avantajıyla daha ucuza alınabildiği yerlerden bavulla toplayan satıcılar. Ikincisi de ya Türkiye'den ya malum yerlerden "taklit değil imitasyon" ürünler toplayıp satan satıcılar. Birincilerden belli bir grup müşteri memnundur, ratingleri yüksektir ve güvenilir satıcı kategorisinde yer alırlar. İkincilerden de başka bir grup müşteri memnundur. Onlar da güvenilir satıcı kategorisinde yer alır.

Bambaşka bir satıcı türü var ki, hikayesi dillere destan. Geçenlerde gazetede haber olan Michael Tonello gibiler, arzu nesnesi haline gelen bir ürünü (Hermes Birkin modeli çanta) uyanık davranıp gerçek fiyatına satın alıp, açık arttırmada mağaza fiyatının çok üzerinde satıyordu. Birkaç yıl boyunca onlarca çanta sattıktan sonra, numarası ortaya çıktı ve tabir caizse Hermes mağazalarına adımını atması bile yasaklandı. Elbette lüks markaların mağaza dışında satılması, markaların ticari itibarına gölge düşürdüğü gibi haksız rekabet yaratıyordu. Uzun zaman kabul etmek istemese de EBay de, sahte ürün satışında önemli bir dağıtım kanalı haline gelmişti. Bu konuda markaların açtığı davalarda EBay, "satıcı olmadığını, sadece yer sağlayıcı olarak hizmet verdiğini" söyleyerek kendini savundu. Bünyesinde pek çok ünlü markayı barındıran Louis Vuitton Möet Hennessy (LVMH)
EBay'e savaş açanların başında geliyordu. Nihayet dava geçtiğimiz günlerde sonuçlandı.
Fransız mahkemesi, EBay'in yer sağlayıcı değil, satıştan komisyon aldığı için doğrudan aracı satıcı (broker) olduğuna karar verdi. LVMH grubuna da verdiği zarardan dolayı 63 Milyon USD ceza ödemesi gerektiği de mahkeme kararları arasındaydı. Aynı gün EBay'in borsadaki hisseleri düştü. Galiba EBay'in başı fena halde belada... Zira sırada L'Oreal, Tiffany&Co gibi markaların açtığı davalar da var. Üstelik Fransa dışında açılan ve sonuçlanmamış davalara örnek olabilecek bir karar da çıkmış oldu. Bakalım bundan sonra e-ticaret siteleri neler yapacak?


NOT: Bu davayla doğrudan ilgisi yok ama, tüketiciye internetten bir şey satmak, kanunlarımızda uzaktan satış denen kavramın kapsama giriyor. Uzaktan satışta satılan malın tüm özelliklerinin detaylı biçimde anlatılması ve alıcının da tüm satış koşullarını kabul ettiğini bildiren sözleşmeyi imzalaması gerekiyor. İnternette "koşulları kabul ediyorum" diyerek tıkladığınız sözleşmeleri, "tümünü görüntüleyemedim", "bende pop-up ekran çıkmadı", "sözleşme 30 değil 20 maddeydi" vb. gerekçelerle inkar edebilirsiniz. Şu sıralar Türk e-ticaret sitelerinin en büyük problemlerinden biri bu. Alıcıya mobil imzayla sözleşme imzalatarak kendilerini garanti altına almaya çalışıyorlar. Aman derim! Hiçbir satış sözleşmesine iyice okumadan imza atmayın. Çünkü mobil imza, kanuna göre gerçek imza ile eşdeğer.

NOT 2: Bloguma adını vermeden yorum yazan ve Gittigidiyor.com'a sataştığımı düşünen okuyucuma, bu yazının EBay'in ceza aldığı haberi üzerine görüşlerimi ve tecrübelerimi paylaşmak üzere yazılmış bir metin olduğu notunu yazmak istedim. İnternette içerik sağlayan herkes (ben de dahil), yayınlanan içeriğin yasalara ve genel ahlak kurallarına uymasından sorumludur. "Elimizde değil", "denetleyemiyoruz", "önleyemiyoruz" türünden bahaneler olamaz. Kötü niyetli içerik yazan kullanıcılar yüzünden kapanan veya yasal mercilerle sorun yaşayan forum sitelerinin editörlerinin sıkıntılarını hatırlayalım.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails