26 Kasım 2009 Perşembe

E-card (elektronik kart) göndermenin en kolay yolu

Hayatımızdaki her şey artık internette. Günlük hayatta yapılan her şeye ilişkin bir web sitesi bulmanız mümkün. Bu bayram sevdiklerinize e-card göndermeniz için işinizi çok kolaylaştıran bir site önereceğim: Pingg.

Pingg'de çeşitli nedenler için (örneğin teşekkür, kutlama, davet, bebek, taşınma vb.) tebrik ya da davet kartı şablonları var. Bunlardan birini seçiyorsunuz. Dilediğiniz mesajı yazıyorsunuz. Bu bir davetiye ise yer, zaman, katılım cevabı için gerekli midir vb. yazıyorsunuz. Sonra da gönderiyorsunuz. Eskiden hep e-posta adresleri tek tek elle girilirdi, kartlar tek tek gönderilirdi. Pingg'de bir adres defteri sistemi var. Dilerseniz Outlook'tan, dilerseniz Excel'den, dilerseniz VCard dosyalarından veri import ederek (aktararak) adres defterinizi oluşturuyorsunuz (benimki sadece 5 dakika sürdü). Bu adreslerin dilerseniz hepsine, dilerseniz seçerek oluşturacağınız gruba kartınızı gönderiyorsunuz. Kartınızın bir kopyası da webde size ayrılan bir alanda tutuluyor. Pingg bu alana reklam almış. Buradan kartın kimlere gittiğini ve bu bir davetse kimlerin o davete katılacağını görebiliyorsunuz. Facebook, Twitter ve başka platformlarda kartı paylaşabiliyorsunuz. Koca web sitesi bu kadarcık şey için kurulmamış tabii. Dilerseniz kartınız yazıcıdan çıkaracağınız şekilde ayarlanmış. Evde basarak postayla da gönderebiliyorsunuz. Amerika'daysanız, Pingg'e sipariş veriyorsunuz, o sizin adınıza karta basarak postalama da yapabiliyor. Harika değil mi? Bitmedi... Gönderdiğiniz kartla ilgili bir de raporlama ekranı var. Kaç kişiye gitti, kaç kişi e-postayı okudu, kaç kişinin adresi hatalı (e-card gitmedi) vb. görebiliyorsunuz. Dahası kart gönderdiğiniz kişiler de size yanıt yazabiliyor. Bu devirde mektup yazma alışkanlığı bitti diye yakınanlara duyurulur. Dün akşam yaklaşık 300 kişiye bayram kartı gönderdim, sadece 15 dakika sürdü. Herkese tavsiye ederim, kart gönderdiğiniz kişiler çok mutlu oluyor.

Burada bu kadar Pingg methiyesi niye? Açıkçası bir zamanlar (sene 2001 falan) hazırladığım bir projenin kanlı canlı örneğini gördüğüm için çok heyecanlandım. Ben o zamanlar www.cizgicizgi.com adında bir site ile buna benzer işler yapmayı düşünüyordum. Sitede diyelim antetli kağıt, kartvizit, menü, ilan levhası (satılık, kiralık vb) gibi insanların ihtiyaç duyacağı şeylerin baskı öncesi edit edilebilir şablonları olacaktı. Yani siz beğendiğiniz bir kartvizit şablonuna kendi isim ve adresinizi yazacaktınız, önizleme yapıp onay verecektiniz, sonra da baskı siparişi verecektiniz. Sitenin bir bölümünde çeşitli çizgi karakterlerin ya da grafik desenlerin bulunduğu bir galeri olacaktı. Buradan seçeceğiniz imajı bir t-shirt, bir çanta, şapka ya da fincana bastırmak için sipariş verebilecektiniz. Galeride eseri bulunan sanatçıya da baskı ücretinden bir pay verilecekti. Buna benzer bir-iki site kuruldu sonraki yıllarda Türkiye'de. Fakat doğrudan dijital baskı yapan kuruluşa hizmet eden siteler olduğundan bana çok ilginç gelmedi. Sadece t-shirt baskısı yapan siteler var. Bildiğim kadarıyla onların işleri gayet güzel ilerliyor.

İyi bayramlar diliyorum. Buraya tıklarsanız, bayram kartımı da görüntüleyebilirsiniz.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Bilgi için bedel ödemek gerekir mi?



Geçtiğimiz günlerde gazetelerde bir haber okuduk: “Medya devi Murdoch, Google’ı bloklayacağını açıkladı”. Bu habere kimileri gülüp geçti, kimileri kızdı. Bence üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken bir konu. Çünkü bu olay, günümüzde internetin geldiği noktada bazı kuralların tam olarak yerine oturmadığını gösteriyor.

Konu neydi? Kısaca hatırlatmak gerekirse, Rupert Murdoch Avustralya, İngiltere ve Amerika ve Asya’da medya yatırımları olan News Corp.’un sahibi ve dünyanın en zengin medya patronlarından biri. Dünyanın en çok okunan gazeteleri (The Sun, The Times, New York Post, Wall Street Journal gibi) ile Fox TV’nin de aralarında bulunduğu pek çok yayın organının sahibi. Bu yayınlar izlediği politikalar nedeniyle çok eleştirilmekle birlikte, temel haber kaynakları olarak binlerce kişiye erişiyor. Murdoch, geçmişte basın sendikalarıyla çatışması nedeniyle şimşekleri üzerine çekmiş bir patron. Bu nedenle şimdi söylediği pek çok şey gözünü para hırsı büyümüş kapitalist bir adamın konuşmaları gibi algılanıyor. Oysa bence satır aralarını dikkatlice okumak gerek.

Murdoch, internet üzerinden gazete okumak ve haber videoları seyretmenin ücretsiz olmasına karşı. Neden? Çünkü “değerli içerik” üretmek için bir takım insanlar çalışıyor, araştırıyor, fotoğraf çekiyor, yazıyor, çiziyor, savaş alanlarında yaşıyor... Bütün bunlar maliyet. Örneğin bir Victoria’s Secret defilesinden çekilmiş bir kare fotoğrafın kaç paraya mal olduğu hakkında bir fikriniz var mı? Ya da Afganistan’da çekilmiş 1 dakikalık bir çatışma görüntüsünün elde edilmesi için kaç para harcandığını biliyor musunuz? Sabahları üç kuruşa satın aldığınız bir gazetenin (gazete dünyanın her yerinde bozuk parayla alınan bir şeydir) her bir kare fotoğrafı ve her paragrafı aslında çok ciddi maliyetler üstlenilerek hazırlanır. Bu durumda gazete fiyatlarının yüksek olması gerekir fakat reklam gelirleri sayesinde bir gazetenin perakende satış fiyatı makul seviyelerde tutulabilir.

Eğer bir gazetenin tüm “değerli içerik”ine herkes internetten bedava ulaşırsa ne olur? Bu sorunun cevabı varsayımsal değil: Geçtiğimiz yıllarda New York Times gazetesinin yaşadıkları bunun bire bir örneği oldu. New York Times, Amerika genelinde günde 650 bin adet satılırken, internet sitesine girenlerin sayısı milyonları geçiyordu. Bu durumda gazetenin reklam gelirleri çok geride kaldı. Çünkü reklamverenler kağıda basılmış gazete yerine, çok daha geniş kitlelere ulaşabilen internete reklam vermeyi tercih etti. New York Times gazetesi varlığını sürdürebilmek için gazetenin internet sitesine erişimin paralı hale geleceğini açıkladı. Ayda 5-10 USD gibi, sembolik de olsa bir ücret istiyordu. Bu haber çok tepki topladı.

Bundan birkaç ay önce Murdoch da kendine bağlı gazete ve TV’lerin internet sitelerinin paralı hale geleceğini açıklamıştı. Şimdi ise kendi kuruluşlarına ait tüm internet sitelerinin Google arama motorunu bloklayarak, Google üzerinden yapılan aramalarda bu haberlere erişilmesini engelleyeceğini açıkladı. Teknik olarak bunu yapmak mümkün, Murdoch’ın yasal olarak da içeriğini istediğine gösterme istemediğine göstermeme hakkı var... Burada dikkat çekici olan şey, Google’ın arama motoru aracılığıyla başkalarının içeriği üzerinden para kazanarak haksız rekabet sağlaması ve Murdoch’ın kesin bir dille buna izin vermeyeceğini söylemesi.

Telif hakları ya da fikri mülkiyet konusu, toplum genelinde çok az bilinen bir konu olduğundan, Google’ın yaptığının ne tür bir hak ihlali olduğunu anlamak sokaktaki vatandaş için biraz zor olabilir. Kısaca açıklayayım: Örneğin siz kendi bilgi, tecrübe ve yetenekleriniz doğrultusunda bir fikir eseri ürettiniz. Bu bir şiir, bir tekerleme, bir makale olabileceği gibi, müzik, video, fotoğraf gibi bir araç yardımıyla üretilmiş bir bir eser de olabilir. Bu çalışmayı üretmiş olmaktan dolayı siz, bu eserin eser sahibi olursunuz ve bir eser sahibinin kendi eseri üzerinde çeşitli hakları vardır. Eseri yayınlamak (ya da yayınlamamak) ve eseriniz üzerinden para kazanmak bu hakların başında gelir. İşte gazetede yer alan bir haber, fotoğraf ya da makale de bir çeşit eserdir ve eserin sahibi yayıncısıdır. Eğer siz, bir gazetenin haberini ya da bir kişinin makalesini alıp aynen başka bir mecrada yayınlarsanız (örneğin kendi web sitenizde), sahibinin izni olmadan onun içeriği üzerinden çıkar sağladığınız için eser sahibinin haklarını ihlal etmiş olursunuz. Bu, dünyanın her yerinde suçtur.

Google’ın gerek arama motoru aracılığıyla gerekse Google News aracılığıyla yaptığı şey, başkaları tarafından üretilmiş içeriği kolayca erişilebilir formatlara sokarak (listeleyerek ya da indeksleyerek) kendi alanında barındırmak ve bu içerik üzerinden çıkar sağlamaktır. Daha somutlaştırmak gerekirse, örneğin arama motoruna “küresel ısınma” yazdınız ve bu konuda bir şey arıyorsunuz. Google internette pek çok kişi tarafından üretilmiş içerikleri (haber, makale, video vb.) sizin için kategorize ediyor ve listeliyor. Siz bu listelerde aramanızı yaparken bir taraftan da hedef kitlesi “küresel ısınma” konusuyla ilgili kişiler olan X, Y, Z firmalarının reklamlarını görüyorsunuz. Size bu reklamlar gösterilsin diye her gün binlerce firma Google’a reklam bedeli ödüyor. Ya da günlük olarak Google News sayfasını açtığınızda, hangi dili tercih etmişseniz o dilde, çeşitli gazetelerden alınmış haberler önünüze geliyor. O haberi A, B ya da C gazetesi üretiyor fakat siz Google üzerinden okuduğunuz için Google para kazanıyor. İşte gazete sahipleri ve haber ajanslarının sürekli olarak Google’a dava açmasının sebebi bu. Google bütün bunları yaparken kimseden izin almıyor ya da önceden bir anlaşma yapmıyor.

İçeriğinin izinsiz kullanılmasının mağdurları sadece gazete sahipleri değil kuşkusuz. Parçaları ya da filmleri internette bedava indirilen pek çok sanatçı, çeşitli sitelere dava açtı. Kimi müzisyenler bazı parçalarını bedava dağıtma yoluna gitti. Nihayet iPod’un yaygınlaşmasıyla parça başına 1 USD ödeme yaygınlaştı ve müzisyenlerin de kullanıcıların da sıkıntısı azaldı. Ben, kendine iTunes’un yöntemini örnek alan Murdoch’ın stratejisinin başarılı olacağını ve o başarılı olduğu için başka pek çok yayıncının da içeriğini parayla satabileceğini düşünüyorum. Para söz konusu olmasa da “değerli içerik” için eninde sonunda bir bedel ödenecek. Kullanıcı, tıpkı TV yayınına para ödemediği gibi, interneti açtığında da her şey önüne bedava gelsin istiyor. Oysa bugün, kimsenin kimseye bedava bir şey verecek durumu yok. TV’de güzel bir filmi baştan sona bedava izleyebiliyor musunuz? Filmin sonuna gelene kadar kaç tane reklam izlemeniz gerekiyor? Kablolu ya da şifreli olmayan, yani para ödenmeyen kaç kanal kaldı? Kendimizi kandırmayalım: Gerçekten değerli bir şeye erişmek için bir bedel ödememiz gerekiyor. Ve internetin varlığı bu gerçeği değiştirmeyecek...


NOT: Bu yazı Online Sektörel Gazete Maxihaber'de yayınlanmıştır.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Haydi makyözcülük oynayalım (*)


Kozmetik firması Estee Lauder'in sitesi üzerinde yeni bir internet uygulaması yayınlanmış. Çok hoşuma gitti. Uygulamaya yüzünüzün açıkça göründüğü bir fotoğrafınızı yüklüyorsunuz ve göz, dudak gibi bölümleri tanımlıyorsunuz. Sonra Estee Lauder'in yeni koleksiyonundan çeşitli makyaj malzemelerini yüzünüzün farklı bölümlerine uyguluyorsunuz. Uygulama size rujunuz mat mı parlak mı olsun diye de soruyor. Böylece, deneme yanılma yoluyla bilgisayar başında kendinize yeni bir görünüm yaratabiliyorsunuz. Çok eğlenceli... Makyözcülük oynamaya başlamak için tıklayın.

(*) Uygulamanın adı Let's Play Makeover. Ben bunu "haydi makyözcülük oynayalım" olarak Türkçeleştirdim.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Chanel'den öncesi


Bu aralar vizyonda olan Coco avant Chanel (Coco - Chanel'den önce) filmini izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Yazıya böyle paldır küldür giriş yaptım ama, sözün özü bu. 20. yüzyılın moda efsanesi Coco Chanel'in hayat hikayesinin modacı olmadan önceki kısmını anlatıyor film. 1971 yılında ölen Coco Chanel, benim için bir ikon değildi. Ben markayı, Coco Chanel'den daha çok tanıyorum. Bu nedenle bu film benim için hayli öğretici oldu diyebilirim. Modayla ilgilenin ya da ilgilenmeyin; sadece sinemayı sevdiğiniz için, sadece Audrey Tautou'yu görmek için ya da sadece Avrupa filmlerini sevdiğinizi için izleyin derim.

Anneleri ölünce babaları tarafından bir manastırın yetimhanesine bırakılan Gabrielle (Coco) ve kardeşi Adrienne'in hikayesini anlatıyor film. Önceleri barlarda şarkı söyleyen kardeşler, müşteriler arasından birer sevgili ediniyorlar. Adrienne için kariyer mariyer önemli değil. O, zengin bir adamın karısı olmak istiyor sadece. Gabrielle ise (barda söyledikleri bir sarkıdan dolayı ona Coco adı takılıyor) pek fıkırdak bir kadın değil. Hatta soğuk bile denebilir. Zaten bu haliyle bir müzik kariyeri de olamıyor... İşler ters gidince, alıyor başını zengin sevgilisinin (aslında hayranı mı desek, Coco'nun adamı pek iplediği yok çünkü) yanına gidiyor. Önceleri at binmeyi öğreniyor, zamanla sevgilisinin camiasında kendine yer edinmeye çalışıyor. Sosyete Coco'ya ters ama... Sevgilisi Baron'un kırdığı cevizin haddi hesabı yok, kendini eğlenceye ve at yarışlarına vurmuş. Kabarık elbiseli, korseli ve tüylü şapkalı kadınlar malikaneye geliyor, gidiyor. Coco bu insanların yanında sıkılıyor. Coco'nun o camiaya ayak uyduramaması ve sıradışı giyimi ("a la garçon" yani erkek çocuğu gibi) nedeniyle Baron da Coco ile ne yapacağını bilemiyor. Çünkü Coco, o devirde o sosyal sınıfa mensup bir insanın gururla taşıyacağı, cemiyete eşim ya da metresim diye takdim edebileceği bir kadın değil. Olmaya da çalışmıyor zaten...

Coco'nun parası yok, pulu yok, işi yok. Üstelik sevgilisinden de hayır yok. Bir İngiliz işadamına tutuluyor, fakat bu adam da sosyal statüsü için bir İngiliz Lordu'nun kızıyla evleniyor. Oliver Twist gibi yani. Hikayenin neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Neyse ki yetimhanede rahibelerden dikiş dikmeyi öğrenmiş. Bu konuda yetenekli. Üstelik bir stili de var. "Öyle olmaz, böyle olur" diyebiliyor. Yaşadığı dönemin anlayışına biraz ters olmakla birlikte (aslında ters değil, çağının ilerisinde), hazırladığı şapkalar sosyetik kadınlar arasında beğeniliyor, ilgi görüyor. Bu da Coco'ya kendi işini kurma cesaretini veriyor. O cesaretin altında biraz da sevgililerinden kendisine hayır gelmeyeceğini anlamış olması yatıyor. Borç parayla Paris'te ilk atölyesini kuruyor. Sonrasında işler büyüyor, büyüyor, büyüyor...

The Guardian
gazetesinde bir foto galeri yayınlanmış. Coco Chanel'in fotoğrafları var. Fotoğraflara bakınca, kelimenin tam anlamıyla "trendsetter" ve "cool" bir kadın göreceksiniz. Tabii şimdilerde tu-kaka olan sigara içmek o zamanlar çok "cool" bir şeymiş, bunu da göz önüne alın. Bu arada Audrey Tautou'nün de bu rol için biçilmiş kaftan olduğunu görüyoruz. Gerçekten Coco Chanel'in gençliğine çok benziyor (yaşlılığı bana Betül Mardin'i hatırlatıyor). Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz.

Filmden sonra moda hakkında notlar:

* İnci kolye kadınları çok zarif gösteriyor. Keşke Türk kadınları altına düşkün oldukları kadar inciye de düşkün olsa...

* 1940'larda ve '50'lerde kadınsı şıklık ve zarafetin simgesi olan tayyörler, etek ve ceketler günümüzde neden şıklıkla alakası olmayan birer üniforma haline geldi acaba? (Hatırlayınız: Tansu Çiller, Nimet Çubukçu, Margaret Thatcher vs.) Burada kadınların bellerinin gittikçe kalınlaşması ve gittikçe daha büyük beden olmalarının etkisi olabilir mi?

* Yaratıcılık mutsuz insanlara mahsus bir şey. "Bu şey berbat!" veya "öyle olmaz, böyle olur" diyebilmekle alakalı. Bunu bir kez daha görüyoruz.

* Coco Chanel'in tarzını ve moda yaklaşımını çok takdir etmekle birlikte, Chanel'in alametifarkası olmuş o zincir saplı kapitone çantalardan hiç hazzetmedim, edemiyorum. Fakat Chanel'in kozmetikleri harika, şimdiki tasarımcısı Lagerfeld daha da harika : ))

5 Kasım 2009 Perşembe

Sokak yiyeceklerini ciddiye alın


Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan bir etkinlikten tesadüf eseri haberdar oldum: Uzun zamandır görmediğim Necdet Kaygın ile telefonda konuşurken, Amerika'da bir etkinlikte konuk şef olarak yer alacağını söyledi. The Culinary Institute of America (Amerika Mutfak Enstitüsü) 12-14 Kasım 2009 tarihleri arasında Worlds of Flavor Conference(Lezzet Dünyaları Konferansı)'ı düzenliyor. Konferansın bu yılki teması sokak yiyecekleri. İlgili linkleri burada veriyorum. Çeşitli ülkelerden katılan şefler, kendi ülkelerine özgü sokak yiyeceklerini workshoplar aracılığıyla katılımcılara tanıtacak. Necdet Kaygın da bu kapsamda midye dolma ve kalamar gibi bize özgü sokak yiyecekleriyle bir show yapacak. Türkiye'den katılan bir diğer şef Musa Dağdeviren. Çiya Sofrası'nın sahibi olan Musa Dağdeviren de Anadolu'dan farklı lezzetler sunacak.

Sokak yiyeceği için bu kadar büyük bir organizasyon nasıl yapılır? Kaç çeşit sokak yiyeceği biliyorsunuz? .... Biraz düşününce, başlı başına bir kültürel araştırma konusu. Ben burada aklıma gelen sokak yiyeceklerini yazmaya başlıyorum. Katkılarınızdan memnuniyet duyacağım...

Türkiye'de görebileceğiniz sokak yiyecekleri:


En başta simit, açma ve çatal
Poğaça
Revani ve halka tatlısı
Midye dolma
Kokoreç, tantuni
İçli köfte (Beyoğlu'nda sokak yiyeceğidir bu)
Döner
Her türlü köfte, dürüm ve sucuk-ekmek
Gözleme
Tost ve kumru çeşitleri
Kumpir
Son zamanlarda çıkan Patso dedikleri şey (patates kızartması)
Islak hamburger (berbat bir şey, üvey evlat!)
Lahmacun ve pide (eskiden sokakta satılırdı)
Muhallebi (eskiden okul önlerinde satılırdı)
Turşu suyu (bu bir yiyecek değil ama eskiden çok popülerdi)
Boza (inanmayacaksınız tam şu anda bir tanesi sokağımdan geçiyor)
Ekmek arası balık veya midye
Bicibici (Adana'da böyle bir şey satıyorlar)
Bazı börek çeşitleri
Dondurma, Frigo
Nohutlu pilav, tavuklu pilav vb.
Kestane, mısır...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails