30 Aralık 2009 Çarşamba

Yılbaşı gelmeden yapılacaklar ve son dakika yılbaşı hediyeleri

Yılbaşına bir gün var ve yılbaşı gelmeden yazmayı planladığım yazıların geciktiğini görüyorum. 1 Ocak'ta vizyona girecek CHERIE filmi için bir yazı hazırlayıp okuyucularımla paylaşmak istiyordum. Filmekimi'nde izlemiştim. İlginç bir film, yorumlarımı beğeneceğinizi umarım. Avatar, malum, herkesin dilinde, yazmasak olmaz. Amsterdam ve Rotterdam gezi yazısını kafamda bir türlü toparlayamadım, yazacak çok şey var, üstelik yüksek çözünürlüklü bir sürü fotoğrafı ayıklayıp güzel slide show'lar yapma gerekiyor. Gördüğünüz gibi listenin en sonunda...

Bu sabah eşe dosta yeni yıl kutlama kartı gönderdim. Sevgili Tatlı Hayat okurlarının da yeni yılını kutlamak istiyorum. Kartı görüntülemek için lütfen buraya tıklayın. Pingg üzerinden e-card (e-kart) göndermek konusunda daha önce yazmıştım. Bu pratik ve sevimli uygulama varken, bayramlarda ve özel günlerde mobil telefon operatörlerini zengin etmek niye?

Yılbaşı gelirken, son dakikada "ne hediye alsam" diye düşünenler için Epicurious.com'dan harika bir öneriyi paylaşmak istiyorum. Make it - Buy it adıyla harika bir konu hazırlamışlar. Sevdiklerinize nefis lezzetler hediye ederek yılbaşında onları memnun edebilirsiniz. Dilerseniz kendiniz yapın, dilerseniz hazır alın. Gerçekten de özel yiyecekler hediye etmek, hiç giyilmeyecek bir kazak, hiç beğenilmeyecek bir parfüm ya da hiç kullanılmayacak bir ajandadan çok daha fazla memnuniyet yaratacaktır. Bu listede yer alanlardan Bittersweet Chocolate and Walnut Fudge (bizdeki mozaik bisküvi pastasına benziyor, içinde bisküvi yerine ceviz var ve yapımı çok kolay)'ı tavsiye ederim. Pişirme yok, yarım saat kadar vaktinizi ayırarak yapabilirsiniz. Yok, "ben pişirme işleriyle falan uğraşamam" diyorsanız benzeri yiyecekleri İstanbul'dan satın alabileceğiniz yerler önerebilirim.

* Öncelikle Nişantaşı Akkavak Sokak 30 numaradaki Kantin'e yolunuz düşerse, ne bulursanız alın derim. Burada tatlı, kek, reçel vb. nefis gurme yiyecekler günlük olarak üretiliyor ve satılıyor. Hediye edeceğiniz kişinin damak tadına uygun bir şey mutlaka bulursunuz.

* Divan pastaneleri nefis Fransız makaronları (macaroon) yapıyor.  Size en yakın Divan'dan şam fıstıklı, çilekli, vanilyalı ya da limonlu makaron alabilirsiniz. Makaron görünüm itibarıyla da harika bir hediye olacaktır. Bir zamanlar Kitchenette'lerin girişinde ekmek ve pasta satılan bölümde de makaron gördüğümü hatırlıyorum. Tadı nasıl bilmiyorum ama tahminimce yüzünüzü kara çıkarmaz, oradan da alabilirsiniz.

* Gurme reçel için Macro Center marketlerine ve Şütte, Sanral vb. büyük şarküterilere bakın. Pek çok güzel reçel getiriyorlar. Meraklısı için harika bir hediye olabilir.

* Epicurious'un tavsiyeleri arasında Sachertorte (zaher-torte diye okunuyor) de var. Orijinali Viyana'daki Sacher Hotel'in pastanesinden alınan bu çikolatalı ve kayısı marmelatlı keki, İstanbul'da Cafe Wien'de bulabilirsiniz. Az sayıda üretiliyor ve gün içinde bitebiliyor. Önceden sipariş vermeniz gerekebilir.

* En güzelini sona sakladım: Tabii ki çikolata! Yeni yılda trüf çikolata, şampanya veya iyi şarap hediye etmek de çok hoş olabilir. Kimsenin bu tür hediyeleri beğenmeyeceğini sanmıyorum. Özel bir çikolata arıyorsanız Reasürans Çarşısı'ndaki Lindt mağazasına (ismi Chocolate Charm) uğrayabilirsiniz (Touchdown'ın koridorunda). Burada marketlerde olmayan gurme çeşitler var. 4. Levent'teki Mövenpick Hotel'in içindeki GourmeT'de enfes İsviçre çikolataları, trüf çikolatalar ve diğer gurme yiyecekler satılıyor. Buradan da zevkinize uygun birşeyler seçebilirsiniz. Bu sene şampanya ve şarap için market ve şarküterilerin pek çoğunda özel reyon hazırlanmış. Bütçenize uygun seçenekleri araştırabilirsiniz.

Umarım "tatlı" bir yılbaşı gecesi geçirirsiniz. Yeni yılda her şey gönlünüzce olsun...

26 Aralık 2009 Cumartesi

2010 saç modası: Kezban olma yeter!


Bazı Tatlı Hayat okuyucuları 2010 saç modasının nasıl olacağını merak ediyormuş. Nedir, ne değildir diye internette saç modellerini arıyorlarmış. Fazla zahmet etmeyin efendim. Ben sizin için küçük bir slide show hazırladım. Elle dergisinin internet sitesini takip ederseniz, burada saç ve makyaj trendleri hakkında sık sık yayınlanan makalelerle modada güncelliği kolaylıkla yakalayabilirsiniz.

Efendim, 2010'un en popüler trendinin omuz boyunda kesilmiş katlı saçlar olacağı söyleniyor. Asley Olsen bu modaya göre saçını kestirmiş bile... Ayrıca Victoria Beckham'ın asimetrik kesimli kaküllü saç modelindeki kesimleri görmeye devam edeceğiz.  Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde Erdem Kıramer Akademi var. Burada eğitim gören öğrenciler caddede dolaşıp gelene geçene "bedava saç kesimi ister misiniz?" diye soruyor. Kabul ederseniz de saçınızı bedava kesiyorlar. Buradaki eğitimin bir parçası olarak "bir kadının saçı nasıl kırpılır ve buna rağmen kadının kendini kraliçe sanması sağlanır?" dersi olduğundan, tüm saç kesimleri kısa modeller oluyor. Daha doğrusu tek bir model. Eğer Victoria Beckham saç modelini beğeniyorsanız, Erdem Kıramer Akademi'de ücretsiz olarak bu modelde saç kesimi yaptırabilirsiniz.  Giden herkesin yüz ya da saç tipi ne olursa olsun, saçının sadece ve sadece bu modelde kesileceğini garanti edebilirim.

2010 trendlerine devam edecek olursak... Bu sene dağınık ve saçaklı saçın her türlüsü moda. Benim gibi saçları gür ve kuru olanlar yaşadı : ). Saç kurutma makinesiyle saçlarınızı iyice kurutursanız resimdeki gibi oluyor zaten. Bir de örgü ya da topuz yaptınız mı, tamam... Sizden havalısı yok. Kuaförler kendi aralarında boyası gelmiş, kesimi özensiz ya da şekillendirilmemiş, bakımsız saçlı kadınlara Kezban diyorlar. (Gerçekten, sokaklarda böyle kadınları görürsünüz. Özellikle de saçlarına sarı ya da kahverengi gölge attırıp, 2-3 ay sonra dipten 5-10 cm. siyahları çıktığı halde sokaklarda salına salına dolaşan genç kızlardan bol bir şeyimiz yok Allah'a şükür!) İşte sevgili okuyucular, resimlerde 2010 saç trendlerine örnekler var. Modellerden model beğenin, modaya uyun. Ama sakın Kezban olmayın, yoksa kuaförler arkanızdan neler konuşuyor, aklınız almaz...

22 Aralık 2009 Salı

Yayıncılığın geleceği hakkında bir ipucu

Daha önceki yazılarımda yayıncılığın geleceğinin dijital ortamda ve internette olduğunu yazmıştım. Dün NTVMSNBC.com'da yayınlanan bir haber ve  videoyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Resimdeki bir e-dergi prototipi. Kindle türü bir okuyucudan okunuyor ve videoyu izleyince göreceksiniz, son derece interaktif. Yazıları, resimleri büyütüyor, arama yapıyor, beğendiğiniz makaleyi e-postayla birilerine gönderebiliyorsunuz. İzleyin, bakalım beğenecek misiniz?

E-dergi haberi için buraya, videosu için buraya tıklayın.

NOT: ntvmsnbc.com videolarının bloglara embed edilememesi ne fena, değil mi? İlgililere teessüflerimi iletirim...

NOT 2:  Okuyucularım için hiçbir zahmetten çekinmem. Yılmadım, videoyu buldum. Keyfini çıkarın...

19 Aralık 2009 Cumartesi

Bir çeşit stollen: Kerststol

Birkaç gün önce Amsterdam ve Rotterdam'ı kapsayan Hollanda gezisinden döndüm. Avrupa'ya Aralık ayında gittiğinizde şıkır şıkır ışıklarla donatılmış Noel'i bekleyen bir şehir göreceğinizi umabilirsiniz. Noel için pek fazla hazırlık yapıldığını söyleyemem. Birkaç şık mağaza dışında abartılı bir aydınlatma ya da süs göremedim. Tam dönmekte olduğumuz gün, Amsterdam'da meydanlardan birinde kablo döşeyen adamlar vardı. Belki kraliçe kızmıştır: "Ortada ekonomik kriz var, cayır cayır elektrik harcanmayacak, kutlamalar daha mütevazı olacak" demiştir. Hollanda gezi notlarımla ilgili yazılarıma devam edeceğim.

Bugünkü yazım, kaldığımız küçük oteli işleten Çinli gençlerin sabahları kahvaltıda sunduğu kerststol ile ilgili. Kerststol, Hollanda dilinde bir kelime. Almanlar'ın Noel zamanı yaptıkları meşhur meyveli kek stollen'e benzeyen bir kek. Avrupa'da adet olduğu üzere, Noel zamanı yapılıyor ve ikram ediliyor. Hollanda'ya özgü olanın (kerststol) özelliği, içinde ev yapımı badem ezmesi (marzipan) olması. Ayrıca hamurunda  kuru üzüm, portakal kabuğu şekerlemesi vb. kuru meyveler olduğundan oldukça lezzetli bir kek. Yılbaşı yaklaşırken Türkiye'de de Macro yada büyük Migros'larda satışa sunuluyor. İtalya'da bu keke Panettone diyorlar ve kek kalıbında pişiriyorlar. Kuzey Avrupalılar ise ekmek gibi yapıyorlar ve resimdeki gibi dilimliyorlar. Bu resmi Trimcraft adında bir İngiliz sitesinden aldım. Martha Stewart'ta ve Epicurious'ta da farklı stollen tarifleri var. Trimcraft'ın reçetesini sizler için çeviriyorum. Dileyen mayalı ya da mayasız yapılan stollen çeşitlerini deneyebilir.

Malzemeler:
450 gr. un
85 gr. sıvı yağ ya da tereyağ
85 gr. şeker
1 çay kaşığı tuz
1 paket kuru maya
200 ml süt
1 büyük yumurta
85 g. vişne şekerlemesi
75-150 gr. karışık meyve şekerlemesi (kuru üzüm, portakal kabuğu, limon kabuğu, incir şekerlemesi vb.)
Dilerseniz hamura eklemek için biraz ceviz, fındık ya da badem
Hollanda usulü yapmak isterseniz içine koymak için badem ezmesi
Süslemek için biraz pudra şekeri

Hazırlanışı:
Stollen hamuru hazırlamak için ekmek yapma makinesi kullanabilirsiniz. Makineniz yoksa elde yapmak da mümkün (eskiden makine mi vardı?). Bu reçeteyi aldığım sayfada hamurun makinede yoğurulup kuru meyvelerin sonradan eklendiği yazılıyor. Dileyenler bu şekilde makinede yapabilir.

Tuz, yumurta, yağ ve unu karıştırarak hamuru hazırlayın. Dilerseniz biraz tarçın da ekleyebilirsiniz. Mayayı hazırlamak için sütü biraz ısıtın ve parmağınızla dokunduğunuzda elinizi yakmayacak bir sıcaklığa getirin (kabaca 30 dereceye karşılık geliyor). Süte şeker ve kuru mayayı ekleyip karıştırın ve mayalı sütü de hamura ekleyin. Hamur  düzgün bir doku alana kadar yaklaşık 10 dakika yoğurun. Elde ekmek yapanlar için stollen hamurunun ekmek hamurundan daha yapışkan bir hamur olduğunu belirteyim. Bu nedenle yoğururken daha fazla un eklemeyin.

Mayalı hamuru 10 dakika kadar ılık bir yerde dinlendirin, hamur biraz kabaracaktır. Tekrar 10 dakika kadar yoğurun ve 15 dakika kadar dinlendirin. Bu noktada kuru üzum ve diger meyve şekerlemelerini ekleyin, iyice karışmaları için hamuru biraz daha yoğurun ve 10 dakika daha dinlendirin.

Hamurunuz dinlenirken badem ezmesini hazırlayın. 2-3 cm. çapında, yaklaşık 25 cm. uzunluğunda bir silindir gibi sekil verin. Hamuru merdane ile hafifçe  açın ve marzipan şeridini içine koyun. Marzipan ortada kalacak şekilde hamuru kapatın. Önceden 190 dereceye ayarlanarak ısıtılmış fırında 25 dakika pişirin.

Fırından çıkarıp soğuttuğunüz stollen'in üzerine pudra şekeri ekleyerek süsleyebilirsiniz. Bu kek kolay kolay bayatlamadığı için, hava geçirmez bir ambalajda (örneğin naylon torba ya da buzdolabı kabı içinde) bir hafta kadar kalabilir.


NOT: Malzemeler gr. cinsinden verilmiş. Evde mutfak tartınız yoksa, 450 gr unun 450 ml (2 su bardağından biraz fazla) 85 gr. şekerin de yaklaşık 85 ml (yarım su bardağından biraz eksik) bir ölçüye denk geldiğini düşünebilirsiniz. Daha hassas bir çevrim yapmak için buradan yararlanabilirsiniz.

NOT 2: Marzipan (badem ezmesi), portakal kabuğu, incir ya da vişne şekerlemesini pastanelerde bulabilirsiniz.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Tarabya'da stil ve lezzet: Kaffa


Koleksiyon Mobilya'nın Tarabya'daki binalarına yolunuz düştü mü hiç? Maslak'tan Sarıyer'e inen yokuşta sağdadır. Koleksiyon'un ev ve ofis mobilyaları burada teşhir edilir. Mobilya alacağınız yoksa hiç gitmemiş olabilirsiniz, ama şimdi tam da havalar kapalıyken herhangi bir alışveriş merkezi yerine Koleksiyon'a gitmenizi önerebilirim. Birincisi hepsi modern tasarıma sahip olan Koleksiyon koleksiyonunu (kelime oyunu gibi oldu : )) müze gezer gibi zevkle gezebilirsiniz. Özellikle Koleksiyon Home'da gezerken ev döşeme ve renk kombinleri konusunda epey fikir edinebilirsiniz. İkinci iyi neden de Koleksiyon Home bölümündeki harika kafe: Kaffa.

Koleksiyon'u gezen ziyaretçiler için hayata geçirilen  Kaffa, dışarıdan gelen müşterilere de açık. Kafenin adı enteresan, kahvenin ilk keşfedildiği ve dünyaya yayıldığı Habeşistan'daki bölgeden esinlenilerek konmuş. Adı Kaffa olan bir yerin hakkını veriyor, kahvesi gerçekten çok güzel. Fakat bunun ötesinde ben kafenin konseptini çok beğendim: Modern, dünyaya açık ve rafine. Elbette bu konsept, Koleksiyon'un tasarım anlayışını da yansıtıyor. Yeşillikler içindeki Koleksiyon Home binasındaki çatı pencerelerinden gökyüzüne ve ağaçlara bakarken, Koleksiyon markalı masa ve sandalyelerde oturuyor; Koleksiyon'da satılan tabak, çanaklarla yemek yiyorsunuz. Kaffa'nın işletmecisi Sara Tabrizi her gün taze yiyeceklerden günlük bir mönü oluşturuyor. Tüm yemeklerde organik zeytinyağı kullanılıyor. Mönü belli bir mutfağın yemeklerinden oluşmuyor, Uzakdoğu'dan Fransız mutfağına kadar farklı lezzetlerle karşılaşabilirsiniz. Örneğin ben gittiğimde körili tavuk ve hindistan cevizi sütüyle pişmiş pilav vardı, tatlı olarak ise elmalı crumble ve dondurma. Kafenin mutfağı açık olduğundan günlük pişirilen kurabiye ya da tatlıların kokusu hafif hafif tüm salona yayılıyor. Müzik, ambians, nefis kokular, nefis yemekler...  Kapalı havalarda yapılacak daha iyi bir şey bilmiyorum, ya siz?

NOT 1: Kaffa'da sabahları kahvaltı veriliyormuş. 'Sebzeler bahçeden, yumurtalar bahçedeki tavuklardan' yazıyor basın bülteninde. Koleksiyon'un arkasında gizli bir cennet mi var? Öğrenince buraya ekleyeceğim.

NOT 2: Mağazada Kolesiyon'un kurucusu Faruk Malhan'ın Tekirdağ'daki bağında yetişen üzümlerden Gülor'a özel olarak ürettirdiği Risus şaraplarının satışı da yapılıyor. Gitmişken birkaç şişe almadan dönmeyin.

11 Aralık 2009 Cuma

Biz eskiden...


Dün evde eski cep bilgisayarımı buldum. 2000 yılında satin aldığım Handspring Visor Deluxe. 8 MB hafizası var, siyah-beyaz, kalem pille çalışıyor. Ajanda, adres ve telefon defteri olarak kullanmanın ve arada oyun oynamanın dışında pek bir işe yaramıyor. O zamanın parasıyla 399 USD ödeyip almıştım. 2001 krizinde dolar fırladığında, ne kıymetli, ne şımarık bir oyuncak haline gelmişti.

Cep bilgisayarımı yeniden kurcalamaya başladığımda eski anılarımı hatırladım. O zamanın ileri teknolojisi olarak bu Visor ile neler yaptığımı yazayım, okuyucularım da biraz tebessüm etsin istedim:

* Visor, Palm OS 3 ile çalışıyordu ve herhangi bir şey yüklemek için Palm Desktop diye bir masaüstü uygulamasını kullanmanız ve USB cradle aracılığıyla bilgisayarınıza senkronize etmeniz gerekiyordu. Aynı şekilde Visor'dan herhangi bir bilgi almak için de senkronize ediyordunuz. Bu yüzden benim iş yerimde ayrı, evimde ayrı iki masasüstü uygulaması yüklüydü.

* Palm Desktop çok başarılı bir uygulamaydı, hala öyle... Buna alıştıktan sonra Outlook'u hiç sevemedim. Palm Desktop ücretsiz, denemenizi tavsiye ederim.

* Visor (ve tüm Palm'lar) dokunmatik ekranlı (touch screen) cihazlardı. Minik bir kalem yardımıyla ekrana el yazısı yazardınız, yazınızı tanırdı. Bu nedenle mikroskobik klavyeyle yazı yazmaya çalıştığınız pek çok cihaza göre daha pratik bir aletti.

* Visor'da kızılötesi (IRDA) veri iletimi özelliği vardı. Birisine kartvizit ya da telefon numarası vermek için kızılötesi bir cep telefonuna yaklaştırıp BEAM diyordunuz, sizin dijital kartvizitiniz anında karşınızdaki kişiye iletiliyordu. Şimdiki Bluetooth'la dosya paylaşmaya benzer bir yöntem. Fakat ne yazık ki o zamanlar pek çok kişi cep telefonunun neresinde kızılötesi göz var, bilmiyordu bile...

* Bir keresinde şehir dışında bir röportaja gitmiştim. Yazıyı acilen tamamlamam gerekiyordu. Dönüş yolunda röportaj kasetini çözdüm ve metni el yazısıyla Visor'a  yazdım. Ofise dönünce Visor'ı ofis bilgisayarına senkronize ettim, oldu-bitti...

*Handspring firması inovatif bir şirketti. Visor'ların tepesinde bir kapak vardı. O kapak çıkarılıp Spring Module denilen parçalardan biri takıldığında cep bilgisayarınız GPS olabiliyordu, cep telefonu olabiliyordu, MP3 çalar olabiliyordu vs. vs. Tabii o zamanlar iPod falan yoktu. Çok havalıydı çoook... O modüller yurt dışından sipariş ediliyordu.

* Palm cihazlar öyle zırt pırt internete girebilen şeyler değildi. AvantGo diye bir sistem vardı. Bir çeşit RSS. Beğendiğiniz bir siteye üye oluyordunuz (örneğin CNN ekonomi haberleri). Her senkronizasyonda son haberleri cep bilgisayarınıza yüklüyordu. Böylece siz de yolda falan haberleri okuyabiliyordunuz. Tabii geçen haftanın haberlerini okumak istemiyorsanız, sık sık senkronizasyon yapmanız gerekiyordu. Ben o zamanlar Time Out İstanbul'da çalışıyordum ve iş yerim Bebek'teydi. İşe giderken yolda Visor'dan haberleri okuyabilmek için evden çıkmadan önce bilgisayarımı açıp, internete bağlanıp (o da başlı başına bir işti) senkronizasyon yapıyordum. Böyle çılgın bir şeydi işte...

* İlk çıktığında cep bilgisayarlarını insanlar çok sevmişti. Bazı küçük uygulamalar yükleyip yeni fonksiyonlar kazandırabiliyordunuz. Örneğin İngilizce-İspanyolca sözlük yüklüyordunuz, alın size sözlük. E-book (elektronik kitap) yüklüyordunuz, cep kitabı oluyordu. Harita yüklüyordunuz, harita oluyordu. Bazıları paralı, bazıları parasızdı. Bunlar iyi hoş şeylerdi fakat öğrendiğime göre en çok cep bilgisayarını doktorlar satın almış, çünkü hasta bilgilerini ceplerinde taşımalarına olanak veriyordu.

* Cep bilgisayarlarına e-book yükleyip okuyabilme fonksiyonuna kafayı takmıştım. Bazı kitapları Türkçe e-book olarak yayınlamak için yayıncılarla görüştüm. Onlar da PDF kitaplara kafayı takmıştı, kitabın görselliği korunuyordu, kitabın parayla satılması gerekiyordu : ). Olmadı... 10 sene sonra Kindle diye bir şey var artık. Kitabın hem görselliği korunuyor hem cepte taşınıyor hem de kitap hala parayla satılabiliyor.

* Cep bilgisayarlarına o zamanlar city guide'lar (şehir rehberi) yükleniyordu. Örneğin Roma'ya mı gideceksiniz, Roma guide'ını yüklüyordunuz, restoranlar, müzeler, oteller.. nasıl gidilir, hangi tramvaya binilir vb. size ne lazımsa tüm bilgileri cebinizde taşıyordunuz. Bu hafta yurt dışına gideceğim, yıllar sonra yeniden cep bilgisayarıma bir şehir rehberi yükledim. Tıkır tıkır çalışıyor. Aslında biraz yavaş ama olsun, ne de olsa o, yaşayan bir dinozor sayılır...

NOT: Resimdeki daha yeni nesil bir cep bilgisayarı olan Palm Zire. Cep bilgisayarında şehir rehberi neye benziyor diye görmeniz için koydum. Basit ama işlevsel. Orada burada atılmış bir cep bilgisayarınız varsa, yolculuklarda elektronik bir city guide olarak kullanabilirsiniz. WCities'de Siyah-beyaz ve haritasız olan guide'lar ücresiz.

10 Aralık 2009 Perşembe

Yılbaşı için hediye önerileri

Bu sene yılbaşı yaklaşırken vitrinlerde pek ilginç bir şey göremiyorum. Yılbaşında hediye alışverişi yapmak adetinde değilim ancak vitrinlere bakmayı seviyorum. Yılda bir kez, bütün mağazaların allanıp pullanıp alışveriş için insanlara gaz verilmesi hoşuma gidiyor. Fakat dediğim gibi bu sene vitrinlerde pek ilginç bir sey yok, üstelik geçen sene bu zamanlarda indirime girdiğini bildiğim bazı mağazalarda indirim de yok...
Tatlı Hayat'ın temasını yenilediğimde yeni açılan reklam alanlarından birine  eklediğim İtalyan mağazası Forzieri'nin web sitesinde dolaşırken, resimdeki çantayı gördüm. Bu krokodil çantanın üç rengi var ama ben bu papaya sarısını beğendim. Fiyatı 133 Euro. İçinde ince bir zinciri var, dilerseniz omuzunuza da asabiliyorsunuz. Forzieri Türkiye'ye gönderim yapıyor. Dolayısıyla "sepete at" butonuna basmanız yeterli. Size başkasının bunları hediye etmesini istiyorsanız bir dilek listesine (wishlist) ekliyorsunuz ve ilgili kişilere dilek listenizi gösteriyorsunuz.

Oldukça lüks markalar ve ürünler satan Forzieri'de kadın ve erkek aksesuvarlarının yanı sıra dekoratif ev eşyaları da var. Yılbaşı hediyesi almaya (ya da bakmaya) niyetlenenlerin harika seçenekler bulacağına eminim.

Avrupa ve Amerikan sitelerinin çoğunda çılgınca yılbaşı alışverişi kampanyaları var. Yılbaşında herkes bir başkasına hediye alır. Dolayısıyla "giymeden almam, denemeden almam" diye bir durum yok. Bizim büyük mağazalarımızda neden böyle internetten satış olmadığını anlamıyorum. Mesela Harvey Nichols  internetten tüm Türkiye'ye satış yapsa fena mı olur?

NOT: YKM'nin web sitesinden hediyelik eşya alınabiliyor fakat sitede kategorize etme ve arama fonksiyonları çok zayıf olduğundan aradığınızı bulmak için epey dolaşmanız gerekiyor.


7 Aralık 2009 Pazartesi

İlle de fast food yiyecekseniz: Nordsee

Hafta sonları alışveriş merkezlerinde kendini McDonald's ya da Burger King'e götürtmek için ağlayan, tepinen çocuklar görürüz ya hani... Çocukların fast food ile tuhaf bir ilişkileri var günümüzde. Fast food'a bayılırlar, taparlar. Fast food bir çeşit ödüldür, arzu nesnesider, ne kadar yeseler doymazlar... Anneler babalar istemezler çocuklarının her fırsatta fast food yemelerini, fakat madem söz dinletilememiştir ve Burger King'e gidilmiştir (mesela), oldu olacak baba da şu double whopper menüden yiyiversindir bugünlük... Böyle diye diye kim kimi kandırır bilmem. Doktorları kandıramadığımız kesin: Tüm dünya obezite, şeker, kolesterol, kalp ve tansiyon sorunlarıyla boğuşmaya başladı. Bir numaralı suçlusu: Fast food.

Geçenlerde Türkiye'deki ilk şubesini Beyoğlu'nda açan Nordsee'yi görünce aklıma hemen bloguma yazmak geldi. İlle de fast food yenecekse, balık yensin. Nordsee franchise bir işletme olarak pek çok yeni şube açmaya hazırlanıyormuş. Beyoğlu'ndaki şubesi oldukça temiz ve dingin. Bangır bangır müzik yok, dekorasyonu pek de fast food restoran konseptine benzemiyor. Avrupa'daki şubelerde balığın yanında verilen bira ya da şarap için Türkiye'de ruhsat alınamıyor. Bu nedenle eskiden aynı binada hizmet veren İstavrit ile binayı ortak kullanmaya karar vermişler. Üst katta İstavrit'in mekanında biranızı içebilirsiniz.

Nordsee'de fiyatlar hem ucuz, hem pahalı. Ekmek arası balık ya da karides, yanında ücretsiz içeceğiyle 8-9 TL civarında. Fırında ya da ızgarada hazırlanan balık tabakları, karides, böcek vb. ise 20 TL'dan başlıyor.

NOT: Resimde İstiklal Caddesi'ne bakan cephedeki iştah açıcı sandviçleri görüyorsunuz. Daha iştah açıcı resimler için Nordsee'nin sitesini inceleyebilirsiniz.

5 Aralık 2009 Cumartesi

İyi şeyler (widget, blidget, zımbırtı, cici, kırıntı...)

Dün ikinci sağ sütuna yeni bir bölüm ekledim: İyi şeyler diye. Tatlı Hayat'ı okuyanların önemli bir kısmının yemek tarifi ararken arama motoru tarafından yönlendirilmesi nedeniyle iki büyük yemek sitesi Epicurious ve Chow'un widget'larını koydum. Arama motoruna "1 cup kaç bardak eder?" türünden şeyler yazarak ölçü çevrimi yapmaya çalışanlara ise bir çevrim cetveli widget'ı koyarak hizmet ediyorum. Yabancı sitelerdeki yemek tariflerinde gördüğünüz metrik olmayan ölçüleri metrik ölçülere ve Fahrenheit dereceyi Centigrad dereceye kolayca çevirmeye yarıyor. Aslında daha önceki bir yazımda referans verdiğim Traditional Oven'daki çevrim cetveli daha kapsamlı çünkü hacim ölçüsünü malzemeye göre ağırlığa çevirmeniz de mümkün. Örneğin 2 su bardağı (400 ml.) unun kaç gram geldiğını bulabilirsiniz, ya da tersini yapabilirsiniz.

Yaşasın widget'lar! Türkçe'de adı olamadığı için cici, kırıntı ya da zımbırtı diye adlandırılan "iyi şeyler"... Bu arada bir blogun yeni yazılarını tanıtmaya yarayan widget'lara da blidget deniyormuş. Bunu da öğrenmiş olduk.

NOT: Meraklısına Tatlı Hayat blidget'ı burada.

2 Aralık 2009 Çarşamba

Ne ka' ekmek, o ka' köfte...

Geçtiğimiz günlerde internette içeriğin paralı olması için medya patronu Murdoch'ın girişimlerinde bahsetmiştim. Bugün okuduğum bir haber, bu meselede Google'ın geri adım attığını düşündürüyor. Görünüşe göre, Google yayıncıları memnun etmek için yeni bir yol izleyerek, gazete vb. medyaya ait içeriğin okunmasını günde birkaç sayfa ile sınırlayacak. Daha fazlası için yayıncıya para ödemenizi isteyecek. Haberin detaylarını NTVMSNBC.com'un Teknoloji sayfasında okuyabilirsiniz.

NOT:
Yine bir süre önce EBay üzerinden lüks tüketim markalarının satışı konusunda marka sahipleriyle sorunlarını anlatan bir yazı yazmıştım. Bugün, EBay'in bu sefer de LVMH (Louis Vuitton Möet Hennessy) ile olan davasının LVMH lehine sonuçlandığını okudum.

Kıssadan hisse:
Birimizin özgürlüğünün başladığı yerde diğerimizinki bitiyor, internet istisna değilmiş.

1 Aralık 2009 Salı

Blogger'ın ölümü blogundan olsun

Tatlı Hayat'ı sürekli izleyenler geçen günlerde bir sürprizle karşılaştı. Bir sabah gördüler ki, Tatlı Hayat'ın çehresi değişmiş. Eblogtemplates adlı bir siteden (blogger'lar için ücretsiz) yeni bir tema buldum ve Tatlı Hayat'a bu temayı uyguladım. Sonuç: Ölmek üzereyim! Sürekli bir yerlerde sorunlar oluyor, sürekli istemediğim şeyler çıkıyor.

Bu temayı seçmemin nedeni, daha önce kullandığım Blogger.com temasının sidebar denen sağ sütununun çok kısıtlayıcı olmasıydı. Temanın fazlaca renkli olmasını ve amatör görünmesini saymıyorum. Biliyorsunuz dijital medyada tanıtım yapan firmalar artık bloglara da reklam veriyor ve bloglarda yer alan pek çok şey, sosyal medya aracılığıyla yaygınlaştırılıyor. Bu temada 125x125 pixel ölçüsündeki reklamlar için ayrılan yer çok derli-toplu, yamalı bohça görüntüsü vermiyor (en azından ben böyle algılıyorum). Sizlerin de görüşünü almak için birinci sağ sütuna bir anket koydum. Fikirlerinizi ve yorumlarınızı beklerim.

Bloguma yeni widget ve reklamlar eklemeye devam edeceğim. Bu arada blog yazanlarınız için ipucu olabilecek bazı linkler vermek istiyorum. Bu temayı aldığım sitede en fazla beğenilen 25 temanın listelendiği sayfadan kendinize uygun bir tema bulabilirsiniz. Gerçekten çok harika çalışmalar var. Tatlı Hayat'ın widget'larını yayınlayan arkadaşlarım için widget hazırladığım Widgetbox var. Bu sitedeki widget'ların çokluğu gerçekten baş döndürüyor. Tatlı Hayat'ta reklam yayınlamaya başladım. Özellikle Türkiye'ye gönderim yapan ve Türkiye'den sipariş verebileceğiniz e-ticaret sitelerini seçiyorum. Bu sitelerden reklam almak için iki farklı affiliate marketing sitesine üyeyim. Biri Commission Junction, diğeri Linkshare. Her ikisinde de yüzlerce e-ticaret sitesi var ve sizin blogunuzu ya da izleyici kitlenizi uygun görürlerse, sitenize reklam veriyorlar. Bu konuda biraz sabırlı ve araştırmacı olmanızı öneririm. Son olarak bilgisayarımda Photoshop ya da benzeri bir program olmadığı için, Tatlı Hayat'ın tanıtımını yaptığım banner'ları hazırladığım ücretsiz banner yapma sitesi BannerSnack'i önereceğim. Beta aşamasında olan sitede son derece başarılı bir arayüz var ve kolayca Flash banner'lar hazırlayabiliyorsunuz.

Tatlı Hayat'ın önceki arayüzünde olup da şimdi olmayan bölümleri geliştirerek ekleyeceğim. Tabii o zaman kadar ölmezsem...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails