15 Ocak 2010 Cuma

Gelmiş geçmiş en pasaklı kahraman: Sherlock Holmes


Ne zamandır bekliyordum Guy Ritchie'nin Sherlock Holmes filmini. Snatch'in tadı damağımda kaldığından, hayal kırıklığına uğramak da vardı, neyse ki öyle olmadı. Tamam, filmi beğendiğimi söylediğime göre gerisini yazmasam da olur... : ))

Filmi, öngösteriminde izleme şansım oldu. Şiddetle tavsiye ederim. Bu hafta İstanbul'da kapalı bir hafta sonu bekleniyor. O nedenle yapılabilecek en iyi şeylerden biri bence Sherlock Holmes'a gitmek olacak. Bu filme sevgilinizle, çocuklarınızla veya arkadaşlarınızla gidebilirsiniz. Her şekilde iyi vakit geçireceğinizi garanti ederim.

Sherlock Holmes romanları okumaya meraklı olanlar veya serisini okumuş olanların zihninde nasıl bir Sherlock Holmes vardır? Üç aşağı-beş yukarı aynı: 19. yüzyıl sonu İngiltere'sinde yaşayan bir İngiliz beyefendisi. Şapkası, piposu, pelerinli paltosu ve dostu doktor Watson ile bilmiş, zeki, dikkatli bir dedektif. Bu filmde öyle bir Sherlock yok. Onu baştan söyleyeyim (ya da siz afişten görün ve anlayın). Guy Ritchie'nin Sherlock'u öyle biri değil: Depresif, dağınık, pasaklı bir adam. Paralı dedektif. Zeki. Elini attığı her olayı çözüyor. Bu nedenle çok ünlü. Zaman zaman polisle, zaman zaman polise karşı çalışıyor. Çelimsiz sayılabilecek tipte. Başı da dertten hiç kurtulmuyor. Dostu Watson, çok daha yakışıklı, çok daha İngiliz beyefendisi. Bu durumu başlangıçta biraz yadırgayabilirsiniz. Fakat bir düşünün: Hırsızlar, katiller, polisler arasında, pek çok macerası olan bir adam niye bir salon erkeği olsun ki? 21. yüzyılın James Bond'u bile bir salon erkeği değilken... Doktor Watson niye ufak tefek ya da göbekli bir adam olsun ki? Böylesi daha seyirlik. Bu noktadan sonra "Evet ya... Madem nefesimizi tutup polisiye bir film izleyeceğiz, o zaman kahramanlarımız karizmatik olmalı" diyorsanız, Ritchie'nin dünyasına hoşgeldiniz ve iyi eğlenceler...


Filmin afişine önceden aldanmayın. Evet kabul edelim Robert Downey Jr. çok çekici bir erkek olmayabilir ya da ilk bakışta bir aksiyon kahramanı görüntüsü vermeyebilir. Bu haliyle de uyduruk cast'lı TV dizisi gibi bir izlenim uyandırabilir sizde. Azıcık sabredin. Filmin kovalamacalı açılışından sonra neden böyle bir kahraman seçildiğini anlıyorsunuz. Çünkü bu Sherlock Holmes, hiç tahmin etmeyeceğiniz kadar belanın içinde bir adam ve filmde de bol bol aksiyon var. Çenesini kaşıyıp pipo içerek olayları çözen bir dedektif, Guy Ritchie'ye göre değil zaten. Arkanıza yaslanın ve maceranın tadını çıkarın. Ama gözleriniz ve kulaklarınızı iyice açın, çünkü film esprili diyaloglarla dolu.

Filmin kısaca konusundan bahsedelim: Londra'da öldürülen beş genç kızın katilini (Lord Blackwood olarak bilinen şeytana tapan bir tarikat üyesini) yakalayıp adalete teslim eden Sherlock Holmes'un macerası tam da bu noktada başlıyor. Blackwood mezarından çıkıyor ve şehirde terör estirmeye başlıyor. Büyüye inanmayan Sherlock için çözülmesi gereken ilginç bir olay bu. Evlenmek için hazırlık yapan dostu Doktor Watson içinse tüm bunlar eski günlere dönüş demek. Bir de her taşın altından çıkan güzeller güzeli Irene olaylara dahil olunca, iyi adam, kötü adam, güzel kadın, cinayet, entrika, kovalamaca ve mizahın birarada olduğu, tadından yenmeyen bir film çıkıyor ortaya.

Film boyunca aynı binada, kirayı ortak ödeyen Sherlock Holmes ve Doktor Watson'ın zıtlıkları vurgulanarak izleyici güldürülüyor. Holmes kafayı bir konuya taktığında geceyi-gündüzü şaşıran, giyim-kuşam, yeme-içme, süslenme gibi konularla pek alakası olmayan biri. Zaman zaman depresif olabiliyor ya da sonunda ne olacak diye merak ettiği için köpeğine narkoz verebiliyor. Olay yeri incelemesi yaparken her şeyi kokluyor veya tadına bakıyor. Bu haliyle aykırı doktor House'a benziyor biraz. Tahmin edilemez, sürprizlerle dolu biri. Doktor Watson (Jude Law) ise, iyi aile çocuğu, hoş bir nişanlısı var ve bir doktor. Peki bu adamın, o adamın yanında ne işi var? Watson da az değil aslında. Macera kokusu alınca o da yerinde pek duramıyor. Kızsa da Sherlock'un peşinden ayrılamıyor. Sürekli birbirlerini yermeleri ve sözlü atışmaları filmin tuzu-biberi.

Sinema yazarlarının bazıları filmi çok "hafif" bulmuş olsa da, ben son derece "seyirlik" buldum. Gerek oyunculuk gerekse senaryo bakımından gayet "olmuş". Görsel yönden de son derece zengin; efektlerle masalsı, gerçeküstü bir atmosfer yaratılmış. Müzikleri de çok başarılı. Sweeney Todd tadı aldığımı söyleyebilirim. Guy Ritchie'nin fırlama Sherlock Holmes'u da pasaklı masaklı olsa da, bana biraz Al Pacino'yu anımsatan karizmatik  haliyle kafamıza cuk oturuyor. Ritchie, filmin sonunda yeni bir maceranın ipucunu vererek devam filmlerinin çekilebileceğini ima ediyor ki, bence de bu seri tutar.

Fazla uzatmayalım. İzleyin, eğlenin...

NOT: Yukarıdaki slide show'daki kar taneleri falan Picnik'ten kaynaklanıyor. Bir türlü kurtulamadım...


                                       
                        Video: Sherlock Holmes Trailer                                                   Benzer: sherlock, holmes, trailer
               

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails