Bloglar bilgi kaynağı mı, bilgi çöplüğü mü?
Tatlı Hayat Günlüğü'nü yazmaya başladığımdan bu yana bir yandan internet medyasının hemen hemen bütün araçlarını deneyimleme ve öğrenme sürecinden geçiyorum. Bu süreçte bir yandan öğrenen bir yandan da bildiklerini satan konumundayım. Hala öğrenecek pek çok şey var ve daha önce de yazdığım, oturmamış kurallardan dolayı yolumuzu deneme-yanılma ile bulmak zorundayız.
Bloglar, internet dünyasında herkese açık kişisel günlükler olarak doğdu. Ancak bugüne kadar, bu günlüklerin yemek tarifi paylaşım platformundan, yeni doğan çocukların gelişiminin kaydedildiği fotoğraflı anı defterine kadar pek çok işleve büründüğünü gördük. Hele sosyal medyanın, özellikle Instagram'ın katkısıyla hayatlar fotoroman tadında, gözler önüne serilmeye başladı. İnsanların sevdiği, beğendiği, eğlendiği şeyle uğraşmasında ne sakınca var? Konuya bu kadar basitçe yaklaşırsak bir sakınca yok elbet. Ama teknik adamlara soracak olursanız, bloglar veya sosyal medya platformları birer CMS (content management system)'tirler. Yani orada bir internet dünyası var, o dünyada gezinen milyonlarca insan. Bu insanları eğlendirerek, haber okutarak, arama yapmalarını sağlayarak ve daha pek çok yolla paralarını almak mümkün. Fakat küçük bir sorun var: Eski medyada olduğu gibi bilgi kaynağını (ansiklopedi mesela) veya haber kaynağını (gazete, televizyon gibi) "bi bilene para ödeyelim de yaptıralım" modeli için ne yeteri kadar zaman var, ne de para. E, o zaman ne yapalım? Verelim coşkuyu, imkanı (CMS), kim ne istiyorsa yazsın, çizsin. Bazıları mutlaka kayda değer olacaktır. Nitekim oldu da...
Gerek bloglar, gerek sosyal medya, geçtiğimiz 10 yıl içinde böyle bir evrimden geçti. Önce herkes internete istediğini koydu. Popüler olanlar, beğenilenler başı çektiler; diğerlerini de öyle yapmaya teşvik ettiler. Yatırımcılar ise hep nasıl para kazanacaklarını düşündüler. Sonuç? Her gün sosyal medyada geçirilen 2-3 saat, 10-15 dakikada bir akıllı telefonundan gelen bildirimlere bakmak, hesaplarını son bir kez kontrol etmeden yatmamak... Siz karar verin. Onca zaman harcadığımız ve "hiçbir şey kaçırmamak" için çaba sarfettiğimiz sosyal medya, bloglar ve internetteki siteler gerçek bilgi kaynakları mı yoksa bilgi çöplükleri mi?
Gerçek(te) bilginin kaynağı
Tüm bunların başlığımızla ilgisine gelince: Güzel bir görselin eşliğindeki "nerede, ne yenir" veya "rehber" lafından etkilenip yazıya tıklamışsanız, siz de yeni medyanın yeni kurbanlarından biri sayılırsınız. İnternette, sosyal medya ve bloglar aracılığıyla o kadar çok içerik paylaşılıyor ve çoğu o kadar birbirinin tekrarı ki; okutmak için "en iyi 5", "en güzel 7", "mutlaka görmeniz gereken ..." gibi ifadeleri kullanmak şart oldu. Mesela bu yazının başlığı "Ege'nin engin maviliklerine doğru" olsaydı tıklar mıydınız? Sanmam. İşte bu yazılı olmayan kurallar nedeniyle internet, dünyamızı bir yandan zenginleştirirken bir yandan da hepimizi (hem içerik üretenleri hem okuyucuları) kısır bir döngüye sokuyor. Kurban sayılırsınız derken döngüyü kıramadığımızı anlatmaya çalışıyorum.
Yazar için: Okunuyorum, öyleyse varım.
Okuyucu için: Beni cezbedecek neyin var? Bana görmediğim, duymadığım, arkadaşlarımla paylaşınca havalı olacağım bir şey ver.
Eğer bu yazı, gerçekten bu yaz ziyaret ettiğim üç-dört Yunan adasıyla ilgili olsaydı, sosyal medyada paylaşır mıydınız? Pek muhtemel. Oysa çoğu turist gibi ben de seyahate çıkarken Lonely Planet veya birkaç muteber seyahat rehberine göz atar, sınırlı zamanımda neleri görmem gerektiğine, neleri atlayabileceğime karar veririm. Dünyada kitlesel olmayan turizm alanında hala bu eski yöntem, seyahat sırasında ihtiyaç duyulan bilgileri sağlamada bir numaradır. Daha önceki yazılarımda anlattığım Wcities (yeni adı Cityseeker) veya başka markaların dijital rehberleri de var. Mantık ve verilen bilgiler aşağı yukarı aynı: Kısa şehir tarihi, önemli binalar, görülecek yerler, yeme-içme mekanları, konaklama, ulaşım vs. Biri kitap, biri uygulama. Eğer Yunan Adaları hakkında bilgi almak için bir rehbere değil de bana güveniyorsanız şu soruları sormama izin verin:
- Benim, hayatımda ilk defa gördüğüm bir yer hakkında oralarda yıllarca yaşamış gibi anlatmam, ahkam kesmem, size gidilecek görülecek yerler hakkında tavsiye vermemde bir tuhaflık yok mu?
- Bu tavsiyeleri son derece büyük bir özgüven içinde "mutlaka gidin" gibi ifadelerle şişirmemde bir sorun yok mu?
- Veya okuyucuların, üniversite mezunundan üniversite hocasına, entelektüel seviyesi ne olursa olsun, burada okuduğu iki satır bilgi kırıntısını Facebook'ta arkadaşlarıyla paylaşırken "okumadan gitmeyin" yazması insan zekasına hakaret değil mi?