26 Kasım 2011 Cumartesi

Ölümsüz olmak ya da olmamak (Immortals - Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı)

Şu sıralar sinemalarda Immortals ya da Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı adıyla gösterilen filme henüz gitmediyseniz,  filme gidip gitmeyeceğinize karar vermeden önce bu yazıyı okumanızda fayda var...

Bu hafta zaman öldürmek için Immortals'a gittim. Açıkçası sinemaya "belli bir filmi görmeye" gidenlerdenim. Evde DVD oynatıcım var ama DVD'de film izlemek başka bir şey, sinemada izlemek başka bir şey. Sinemada ses, görüntü ve algı daha farklıdır. Sinema filmleri sinemalarda gösterilmek için çekilir, tam da bu nedenle izlemeyi kafama koyduğum "belli bir film" olduğunda sinemaya giderim. Elbette hoşça vakit geçirmek için gittiğim de olur. Herhangi bir beklentim olmadan, öylesine sinemaya gideceğim zaman genellikle masalsı hikayesi olan filmleri ya da aşk filmlerini seçerim. Bu tür filmler vasat bile olsa hayal kırıklığı yaratmaz; yönetmenlik, oyunculuk veya görüntüler kötü olsa da hikayenin içinda kaynar gider. Immortals'ı, konusu çok bildik olmasına rağmen tam da bu nedenle seçtim. Ne kadar kötü olabilirdi ki?

Konusunu Yunan mitolojisinden alan, tanrıların savaşacağı bir filmde, kılıçlar, kalkanlar, zırhlar, bol bol karın kası ve dövüş sahnesi görmeyi umuyordum, gördüm. Siz de göreceksiniz... Son olarak Wrestler'daki performansını hafızama kazıdığım Mickey Rourke da başrolde. Amanın, tadından yenmez! Yönetmen de Tarsem Singh. O zaman "şu mu, bu mu?" diye düşünmeye gerek yok...

Efendim, evrende, uzak bir galakside (!) bir zamanlar tanrılar cirit atarmış. İnsanlar evrimini tamamlayıp, palazlanıp, dünyanın dört bir yanına yayılınca, tanrıların popülaritesi azalmış. "Hadi bakalım, biraz da siz oynayın, biz eğlenelim" diyerek Olympos Dağı'nın zirvesine çekilmişler, meydanı insanlara bırakmışlar. Fakat, insanoğlu hem akıllı hem hırslı. Meydan boş kalınca daha fazla güç, daha fazla iktidar isteyen birileri her zaman çıkar: Bu filmde de Kral Hyperion, efsanede adı geçen tanrı Ares'in yayı Epirus'u ele geçirip, bu üstün güçlere sahip silahla dünyanın hakimi olmayı kafasına koyuyor. Böylece dünyaya (yani antik Yunan halklarına) meydan okuyan Hyperion, ordusunu topluyor ve yayı bulmak için yollara düşüyor. O zamanlar racon, geçtiği her yeri istila etmek tabii. Hyperion da racona uyuyor, köyleri şehirleri yakıp yıkıyor. Kahramanımız Theseus (Henry Cavill) ise, kendi halinde bir köylü. Anacığıyla küçük bir köyde yaşıyor. Bir de akıl hocası bir ihtiyar var (John Hurt).

Antik Yunan inançlarında çok önemli bir yere sahip olan kahin motifi fantastik filmlerde çok kullanılır. Matrix'ten Minority Report (Azınlık Raporu)'a, hatta 300 Spartalı'ya kadar pek çok filmde üstün güçleri olan geleceği görebilen bir kahin figürü görürsünüz. Kahin, gelecekte olacakları rüyasında  görür insanlara söyler, tahmin edersiniz ki gördükleri genellikle pek harika şeyler değildir. O noktada birilerinin dünyayı kurtarması gerekmektedir ve bu "seçilmiş kişi" genellikle "seçilmiş kişi" olduğunu bilmeyen biridir. Bu filmde "seçilmiş kişi", yapılı vücudu ve muazzam yakışıklılığı ile Yunan heykellerine model olabilecek köylü Theseus. Burada insan ister istemez şunu düşünüyor: Yunan mitolojisinde o kadar çok canavar, kötü kalpli tanrı ve musibet var ki, herhalde bir zamanlar insanlar tüm bu şeylerle baş edebilmek için böyle kaslara sahip olmak zorundaydı. Eğer ortada bir kahraman var idiyse ve böyle kaslı maslı idiyse, Yunan heykellerinin çıplak olmasına şaşırmamak gerekiyor. Çünkü giyinik halde boğayı öldüren bir adam heykeli insanlara kahramanın ne kadar güçlü biri olduğunu anlatmaya yetmez. O adaleler iyice vurgulanacak ki, hikayeyi anlatanın da, kahramanın da, heykeltıraşın da mahareti dillere destan olsun... Kendini sanatçı olarak addeden hiçbir film yönetmeni ya da sanat yönetmeni de bu geleneğe uymamazlık etmez zaten. O karın kasları, kol kasları, göğüs kaslarının seyircinin gözüne gözüne sokulması gerekiyor, nitekim Immortals'ta da öyle olmuş...

Hazır  konuyu dağıtmışken, Theseus isminin tesadüfen seçilmediğini de araya sokuşturayım. Efendim, Theseus, Yunan mitolojisinde gerçekten büyük bir kahraman olarak geçiyor. Theseus'un hayat hikayesi başlı başına film olur. Mitolojide köylü değil, bir kral Theseus. Boğa başlı canavar Minotaurus'u yenip öldürmesi heykellere ve diğer sanat eserlerine konu olmuş. Herkül gibi yarı tanrı yarı insan bir kahraman anlayacağınız. Immortals'ta mitolojideki pek çok olay, filmin kendi hikayesine ustaca yedirilmiş, bu kadar gereksiz lafı bunu anlatmak için ettim.

Yunanlılar'ın kahin rahibesi Phaedra (Freida Pinto), Hyperion'ın istilası başlayınca, rüyasında Hyperion'ın yayı ele geçirdiğini ve bir başka erkeğin de bir cesedin yanında Hyperion'ın elini tuttuğunu görüyor. Bu çok garip bir rüya. Önce anlam veremiyorlar fakat açık olan şu ki, Hyperion süper güçlere sahip olan yayı ele geçirecek. Yayın, tanrılar dünyada cirit atarken kendilerinden önceki tanrı türü olan Titanlar'ı yenip hapsettiği bir dağda olduğuna inanıldığından, Hyperion'un ordusu dağa doğru ilerlemeye başlıyor. Öte taraftan dağın eteğinde çok büyük bir baraj duvarı var ve Yunanlılar istiladan kaçmak için bu duvarın arkasına geçmenin iyi bir fikir olduğunu düşünüyorlar. Theseus'un köyü istila edilirken, annesi öldürülüyor ve Theseus, Hyperion'ın askerlerine karşı koyarken esir düşüyor. Tuz madenlerine gönderilen Theseus, yine aynı yerde esir tutulan rahibe Phaedra tarafından görülüyor ve Phaedra rüyasında Hyperion'ın yanında gördüğü adamın Theseus olduğunu ve tek umutlarının o olduğunu anlıyor.

Yeryüzünde tüm bunlar olup biterken, tanrılar her şeyi izliyorlar ve tanrılar tanrısı Zeus (ki filmin başında yaşlı adam kılığında Theseus'un akıl hocası olan da oydu), insanlar arasında olup biten hiçbir şeye karışmamaları konusunda kızlarını ve oğullarını tembihliyor. Fakat tanrıların vicdanı elvermiyor ve insanlara yardım ediyorlar. Theseus'u madenden kaçıran rahibe, rüyasını anlamlandırmaya çalışırken, rüyadaki cesedin Theseus'un annesi olduğunu anlıyor ve inançsız Theseus'a annesini dini kurallara göre gömmesini söylüyor. Theseus annesini kaya mezara defnederken mezarlıkta Epirus'u buluyor ama Hyperion'ın üzerine saldığı bir yaratığa yayı kaptırıyor. Bu arada rahibe Phaedra, hiç gereği yokken kutsal yeminini bozup Theseus'un koynuna giriyor. Hiç gereği yokken diyorum çünkü filmde kahramanlık ve aşk yok. Sadece kahramanlık var. Dolayısıyla Frieda Pinto'nun Theseus'la olan aşkı filmde hemen hemen hiç işlenmezken, karşımıza birden bire Pinto'nun soyunuverdiği bir sahne çıkıyor. Neyse, kahramanlarımız yayın peşine düşüp tanrıların da yardımıyla duvarın ardındaki Yunanlılar'ı kurtarmak için dağa gidiyorlar. Dağa ulaştıklarında Hyperion yayı kullanarak duvarda delik açıyor, ordusunu Yunanlılar'ın üzerine salıyor ve Titanlar'ın kafesini kırıyor. İşte tam da bu noktada tanrılar Titanlar'ın serbest kalmaması için savaşa giriyorlar ve biz de muhteşem görüntüler eşliğinde filmin adının neden Tanrıların Savaşı olduğunu anlıyoruz.

Filmi anlatırken daldan dala atladığım için, filmde ölümsüzlük hakkında geçen diyaloğu aktarmayı unuttum. Senaristler, yaşlı adam kılığında insanlar arasında dolaşan Zeus'un ağzından ölümsüzlüğün beden ya da ruhun ölümsüz olmasıyla değil, insanın adının yaşatılmasıyla mümkün olduğunu bize anlatıyor. Filmin muhteşem renkleri, kostümleri ve hangi çağa ya da coğrafyaya ait olduğunu kestiremediğimiz mekanları, bu filmden yer yer tiyatro tadı almamızı sağlıyor. Özellikle tuz madeninde esirlerin dinlenip su içtiği sahnede gerek rahibelerin kırmızı giysileri, gerek bembeyaz çölün ortasındaki masmavi havuz gerekse minare gibi bina bana Tarsem Singh'in bir diğer filmi olan The Fall'u hatırlattı. Bu sahne o kadar etkileyici bir biçimde hazırlanmış ve çekilmiş ki, bir anda filmin bütününden kopup bambaşka bir boyuta geçiyorsunuz. Filmin 3D teknolojisine ve 300 Spartalı'da kullanılan yavaşlatılmış dövüş sahneleri tekniğine uygun başka pek çok sahnesi var. Meraklıları izlemeye doyamayacak. Mickey Rourke'un saçı-başı, kostümleri ve zalimliği ise apayrı bir tad veriyor. Mitolojide geçen Theseus ile Minotaurus'un mücadelesi, filmde sürpriz bir şekilde karşımıza çıkıyor. Hyperion'un ordusunda o kadar tuhaf zırhlar ve kıyafetler görüyoruz ki, Theseus'un bir insanla mı yoksa bir yaratıkla mı dövüştüğüne karar veremiyorsunuz. O boğa başı kostümün bir parçası ise, altında bir insan mı var, bir yaratık mı var? İzleyin, kendiniz karar verin... Filmin trailer'ını buradan izleyebilir, resmi sitesine buradan ulaşabilirsiniz.

Son söz olarak bu hikayeyi bir Hollywood yapımı değil, bir tiyatro oyunu izler gibi izlerseniz, çok çok çok keyif alacağınızı tahmin ediyorum. Bilinçli olarak ya da teknik nedenlerle (yönetmenler bazen senaryonun tümünü cekmez ya da çektiği her sahneyi kullanmaz) çıkarılmış olabilir, filmde aşk yok ve bu da Hollywood tarzı kahramanlık filmlerine alışık olanlar için "bu hilayede bir şey eksik" hissi yaratıyor. Belki de filmin "uncut" versiyonunu izlemek gerek...


Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails