19 Haziran 2016 Pazar

Yunan Adaları'nda nerede, ne yenir? Tam tekmil Yunan Adaları rehberi

Bu çarpıcı başlık ve güzel fotoğraf ile okuyucuları cezbettikten sonra asıl konuya gelebiliriz: Hayır, Yunan Adaları'na gitmedim (yani yakın zamanda gitmedim) ve nerede, ne yediğimi anlatıp listeler halinde adalar rehberi vermeyeceğim. Hayal kırıklığına mı uğradınız? Yazımızın konusu tam da bu. İnternette karşılaştığımız yanılgı ve bilgi kirliliği...


Bloglar bilgi kaynağı mı, bilgi çöplüğü mü?
Tatlı Hayat Günlüğü'nü yazmaya başladığımdan bu yana bir yandan internet medyasının hemen hemen bütün araçlarını deneyimleme ve öğrenme sürecinden geçiyorum. Bu süreçte bir yandan öğrenen bir yandan da bildiklerini satan konumundayım. Hala öğrenecek pek çok şey var ve daha önce de yazdığım, oturmamış kurallardan dolayı yolumuzu deneme-yanılma ile bulmak zorundayız.

Bloglar, internet dünyasında herkese açık kişisel günlükler olarak doğdu. Ancak bugüne kadar, bu günlüklerin yemek tarifi paylaşım platformundan, yeni doğan çocukların gelişiminin kaydedildiği fotoğraflı anı defterine kadar pek çok işleve büründüğünü gördük. Hele sosyal medyanın, özellikle Instagram'ın katkısıyla hayatlar fotoroman tadında, gözler önüne serilmeye başladı. İnsanların  sevdiği, beğendiği, eğlendiği şeyle uğraşmasında ne sakınca var? Konuya bu kadar basitçe yaklaşırsak bir sakınca yok elbet. Ama teknik adamlara soracak olursanız, bloglar veya sosyal medya platformları  birer CMS (content management system)'tirler. Yani orada bir internet dünyası var, o dünyada gezinen milyonlarca insan. Bu insanları eğlendirerek, haber okutarak, arama yapmalarını sağlayarak ve daha pek çok yolla paralarını almak mümkün. Fakat küçük bir sorun var: Eski medyada olduğu gibi bilgi kaynağını (ansiklopedi mesela) veya haber kaynağını (gazete, televizyon gibi) "bi bilene para ödeyelim de yaptıralım" modeli için ne yeteri kadar zaman var, ne de para. E, o zaman ne yapalım? Verelim coşkuyu, imkanı (CMS), kim ne istiyorsa yazsın, çizsin. Bazıları mutlaka kayda değer olacaktır. Nitekim oldu da...

Gerek bloglar, gerek sosyal medya, geçtiğimiz 10 yıl içinde böyle bir evrimden geçti. Önce herkes internete istediğini koydu. Popüler olanlar, beğenilenler başı çektiler; diğerlerini de öyle yapmaya teşvik ettiler. Yatırımcılar ise hep nasıl para kazanacaklarını düşündüler. Sonuç? Her gün sosyal medyada geçirilen 2-3 saat, 10-15 dakikada bir akıllı telefonundan gelen bildirimlere bakmak, hesaplarını son bir kez kontrol etmeden yatmamak... Siz karar verin. Onca zaman harcadığımız ve "hiçbir şey kaçırmamak" için çaba sarfettiğimiz sosyal medya, bloglar ve internetteki siteler gerçek bilgi kaynakları mı yoksa bilgi çöplükleri mi?

Gerçek(te) bilginin kaynağı
Tüm bunların başlığımızla ilgisine gelince: Güzel bir görselin eşliğindeki "nerede, ne yenir" veya "rehber" lafından etkilenip yazıya tıklamışsanız, siz de yeni medyanın yeni kurbanlarından biri sayılırsınız. İnternette, sosyal medya ve bloglar aracılığıyla o kadar çok içerik paylaşılıyor ve çoğu o kadar birbirinin tekrarı ki; okutmak için "en iyi 5", "en güzel 7", "mutlaka görmeniz gereken ..." gibi ifadeleri kullanmak şart oldu. Mesela bu yazının başlığı "Ege'nin engin maviliklerine doğru" olsaydı tıklar mıydınız? Sanmam. İşte bu yazılı olmayan kurallar nedeniyle internet, dünyamızı bir yandan zenginleştirirken bir yandan da hepimizi (hem içerik üretenleri hem okuyucuları) kısır bir döngüye sokuyor. Kurban sayılırsınız derken döngüyü kıramadığımızı anlatmaya çalışıyorum.
Yazar için: Okunuyorum, öyleyse varım.
Okuyucu için: Beni cezbedecek neyin var? Bana görmediğim, duymadığım, arkadaşlarımla paylaşınca havalı olacağım bir şey ver.

Eğer bu yazı, gerçekten bu yaz ziyaret ettiğim üç-dört Yunan adasıyla ilgili olsaydı, sosyal medyada paylaşır mıydınız? Pek muhtemel. Oysa çoğu turist gibi ben de seyahate çıkarken Lonely Planet veya birkaç muteber seyahat rehberine göz atar, sınırlı zamanımda neleri görmem gerektiğine, neleri atlayabileceğime karar veririm. Dünyada kitlesel olmayan turizm alanında hala bu eski yöntem, seyahat sırasında ihtiyaç duyulan bilgileri sağlamada bir numaradır. Daha önceki yazılarımda anlattığım Wcities (yeni adı Cityseeker) veya başka markaların dijital rehberleri de var. Mantık ve verilen bilgiler aşağı yukarı aynı: Kısa şehir tarihi, önemli binalar, görülecek yerler, yeme-içme mekanları, konaklama, ulaşım vs. Biri kitap, biri uygulama. Eğer Yunan Adaları hakkında bilgi almak için bir rehbere değil de bana güveniyorsanız şu soruları sormama izin verin:
  • Benim, hayatımda ilk defa gördüğüm bir yer hakkında oralarda yıllarca yaşamış gibi anlatmam, ahkam kesmem, size gidilecek görülecek yerler hakkında tavsiye vermemde bir tuhaflık yok mu? 
  • Bu tavsiyeleri son derece büyük bir özgüven içinde "mutlaka gidin" gibi ifadelerle şişirmemde bir sorun yok mu? 
  • Veya okuyucuların, üniversite mezunundan üniversite hocasına, entelektüel seviyesi ne olursa olsun, burada okuduğu iki satır bilgi kırıntısını Facebook'ta arkadaşlarıyla paylaşırken "okumadan gitmeyin" yazması insan zekasına hakaret değil mi?
Yine kısa tutmayı beceremedim, vaktinizi aldım. Yukarıda karikatürize ettiğim yazım şekli, sadece bize özgü değil. Tüm dünyada değerli ya da değersiz her tür içerik artık böyle paylaşılıyor. Bu aşırı özgüven dolu, "ben bilirim" dili elbette Google arama motorlarını etkilemek için. Fakat öyle yaza yaza, bu yazıları yazanlar da konu hakkında otorite olduklarına inanmaya başladılar. Buzzfeed gibi siteler (yerli benzerleri de çok) bu kopyala-yapıştır-birleştir içerikleri, bu dili, bu üslubu kanıksamamıza neden oldu. Ama yukarıda anlattığım asıl bilginin kaynağı dururken bunlara bu kadar fazla itibar etmemizde, o sitelere deli gibi trafik ya da para kazandırmamız bir yana, en azından etik bir sorun yok mu?

3 Şubat 2015 Salı

Ünlü şeflerin mutfaklarında neler dönüyor?



Uzun zamandır bloguma yeni yazı girmemiştim. Yeni projem Gurme Ajanda'ya daha çok zaman ayırdığım yalan değil. Gurme Ajanda'da yeme-içme etkinlikleri hakkında bilgiler, haberler ve özel röportajlar var. Yemekseverlerin ilgisini çekecek bunun gibi makaleler ve gastronomi dünyasından yenilikleri de ekliyoruz. Başrollerini Jean Reno, Michaël Youn, Raphaëlle Agogué ve Julien Boisselier’nin paylaştığı Şeflerin Savaşı (Le Chef – Comme un Chef) hakkında ayrıntılı yazımı buradan okuyabilirsiniz. Filmi izlemekse ayrı bir keyif : ))

1 Eylül 2012 Cumartesi

Alışverişe giderken...

Alışverişe giderken yanınızda alışveriş çantası alma alışkanlığınız yok mu? Bundan sonra olacak!
Resimde gördüğünüz alışveriş poşeti şeklindeki kırmızı çanta deriden yapılmış. Bana son derece orijinal geldi. Üzeri logolu naylon veya kağıt alışveriş torbası taşıyacağıma, her alışverişte bu harika çantayı yanımda bulundurmayı tercih ederim. Los Angeles merkezli Cast of Vices'ın tasarımı olan bu çantanın farklı renkleri var ve satış fiyatı 198 USD. Biraz pahalı ama kuzu derisinden yapıldığını ve çok "cool" olduğunu düşünürseniz buna değer.

20 Mayıs 2012 Pazar

Madem Dünya Kek ve Pasta Günü...


Bugün Dünya Kek ve Pasta Günü imiş. Unilever 20 Mayıs'ı World Baking Day ilan etmiş. Etmiş de ne olmuş? Bedava pasta mı dağıtıyor? Yok... Herkes kekini pastasını kendi yapıyor (veya alıyor), absürd bir yere yerleştirip fotoğrafını çekiyor, #caking etiketiyle sosyal medyada paylaşıyor.

17 Şubat 2012 Cuma

Evde çikolata yapmanın incelikleri

Evde çikolata yapmayı denediniz mi hiç? Hem kolay, hem çok zor bir iştir. Kolay tarafı kaynatma, pişirme, çırpma gibi işlemlere gerek olmaması; zor tarafı çok ısıtılan ya da soğutulan çikolatanın çalışılabilir kıvamını hemen yitirmesi. Kendi çikolatanızı yapmanın eğlenceli tarafı ise dilediğiniz tatları katmak ve yaratıcılığınızı lezzete dönüştürmek...

12 Ocak 2012 Perşembe

Peki bunun şeyi nerde?


İnternette dolaşırken yukarıda resmi olan çaydanlığı gördüm. Çaydanlığın adı Sorapot, parlak çelikten yapılanı 250 Dolar, mat olanı 200 Dolar. Genç tasarımcı Joey Roth tarafından mimariden ilham alarak tasarlanan bu çaydanlık, bizim "French press" diye bildiğimiz kahve demliğinin yatay olanı. "Görüntüsü güzel de, işe yarıyor mu peki" derseniz, aşağıdaki videoyu izleyin. Yaşlı insanlara bu tarz "fazla modern" bir şey gösterdiğinizde nasıl çalışacağını anlamayıp "peki bunun şeyi nerde?" diye sorarlar. Yani "elektrikle mi çalışıyor, nasıl çalışıyor bu?" anlamında... Açıkçası ben de bu çaydanlığın ocağa ya da ateşe nasıl konacağını düşündüm ilk önce. Cevabı videoda...

20 Aralık 2011 Salı

Azıcık aşım, dertsiz başım...


Son zamanlarda gerek obezite konusunda gerek diyabet konusunda daha çok uzman medyada beyanat vermeye başladı. Eskiden AIDS veya kanser çağımızın hastalığı olarak adlandırılırdı, şimdi obezite en büyük tehdit olarak gösteriliyor. Bilim adamı olmaya gerek yok. Açın eski albümleri; annelerinizin, teyzelerinizin 30-40 yaşındaki fotoğraflarına bakın, bir de aynı yaşta kendi halinize bakın. Çoğumuz en az 10 kilo daha tombul görünürüz, daha fenası, görünmekle kalmayız, öyleyiz.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Ölümsüz olmak ya da olmamak (Immortals - Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı)

Şu sıralar sinemalarda Immortals ya da Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı adıyla gösterilen filme henüz gitmediyseniz,  filme gidip gitmeyeceğinize karar vermeden önce bu yazıyı okumanızda fayda var...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails