31 Ekim 2008 Cuma

Ekonomik Krizden Korkanlar ve Korkmayanlar İçin Tatlı Hayat Rehberi

Önceki gün kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Krizin geldiğini nasıl anlarsınız?

Geçenlerde Guy Kawasaki'nin blogunda okumuştum. Ekonominin kötüye gittiğini nereden anlarsınız sorusuna esprili bir yanıt vermiş: Google'da klozetleri artık ısıtmıyorlarsa, kriz gelmiştir diyor.

Bizde ise en görünür belirti borsa ve kurlardır. Borsa ve döviz kurları bir günde fırlar ya da inerse, krizin kapınıza dayandığını ve hatta kapınızı kırmaya yeltendiğini anlayabilirsiniz. Borsada paranız yoksa bile televizyonlarda ve gazetelerde yapılan kriz haberlerinden, çarpıcı haber başlıklarından ülkede ekonomik bir çalkantının hüküm sürmekte olduğunu da kolayca anlayabilirsiniz. Hala "Ama bayram tatilinde bütün oteller doluydu. Millet su gibi para harcıyor, kriz mriz göremiyorum..." mu diyorsunuz? Bekleyin! Onlar grip olmuş da, haberleri yok... Bir iki güne yatağa düşerler.

Toplumda orta halli denilen kişiler genellikle sabit gelirli kişilerdir.Bu kesim maaşlı ya da serbest çalışarak, belli bir aylık gelirle geçimini sağlar. Nakiti olmadığında borçlanır, borçları arttığında harcamalarını kısar. Öyle ya da böyle, o gelirle hayatını sürdürür. Ülkemiz orta hallilerin çoğunluk olduğu bir ülke olmasa da, düzenli gelirleri sayesinde, piyasanın dinamiklerini orta halli kişilerin tüketim davranışları belirler. Mesela kredi kartına bilmem kaç taksit sistemi, bu kesimin düzenli geliri sayesinde bugünlere gelmiştir. Perakende sektörünün büyük bir bölümü, bu kesimin tüketim alışkanlıklarını dikkatle izler.

Üst orta ve üst gelir grubu ise, daha çok risk alan yüksek maaşlı çalışan veya işveren konumundaki kişilerden oluşur. Krizden en çok korkan ve en çabuk etkilenen kesim bu kesimdir. Tersi de doğrudur. Kriz karşısında en çabuk önlem alan kesim yine bu kesimdir. Şimdi bunu somut bir örnekle anlatalım. Bakalım kendinizi bu senaryoda uygun bir role yerleştirebilecek misiniz?

Yaşanmış (veya yaşanması olası) bir kriz senaryosu

Ülkenin birinde haddinden fazla kişiye, önüne arkasına pek fazla bakmadan tutsat (mortgage) kredileri verilmiştir. Haliyle borcunu ödeyemeyenler olmuştur ve bankaların evdeki hesapları çarşıya uymamıştır. Borcunu ödeyemeyen kişilerin evlerine el konmaktadır ancak bu evleri nakite çevirmek iki günde mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla ülkenin birinde, yanlış hesap sonucu mağdur olan tek grup evsiz ve borçlu vatandaşlar değildir. El koyduğu bir sürü boş ev ve boş kasalarıyla bankalar da mağdurdur. Bazı bankalar batmanın eşiğine gelir. Haliyle sıkışan ya da batan bankaların borsalardaki hisseleri düşer. Bu durumda sadece o ülkenin borsası ve borsada parası olanlar değil, o ülkeyle iş yapan pek çok şirketin hissleri de kendi ülkelerinde alt üst olur. Her ne kadar o ülkenin hükumeti bankaların batmasına izin vermeyeceğini, gerekirse bankaları teker teker satın alacağını söylese de, bu kadarı piyasaları düzeltmeye yetmez.

Uluslararası yatırım bankaları ve çokuluslu şirketler başta olmak üzere dünyanın dörtbir yanında sıkıntı başlar. Bu dalgalanmada borsada parası olanlar para kaybetmiştir. Döviz dalgalanmaları sırasında bazı kişiler para kaybederken, bazıları artan döviz kuru sayesinde çok yüksek kazançlar elde etmiştir. Öte yandan dövizle iş yapan kişiler (örneğin ithalat yapanlar), kur artışı karşısında dün 3 liraya aldığı şeyi bugün 4 liraya almakta ve büyük bir ikilemle karşı karşıya kalmaktadır: Ya kur farkını satış fiyatına yansıtacaktır -ki bu durumda TL geliri olan alıcı ürünü almaktan vazgeçecek ve satışlar düsecektir- ya da kardan ödün verip fiyat farkını müşterisine yansıtmayacaktır. Hangi seçeneği seçerse seçsin, geçmişteki kazancını elde edemeyecektir. Daha basitçe anlamak için dijital fotoğraf makinesi satan bir mağaza düşünün. Bu mağaza döviz dalgalanmasından sonra, Ekim ayında ithal ettiği ürününü, Eylül ayında ithal ettiği fiyatın %20 fazlasına satın alıyorsa ve TL cinsinden fiyatlarını arttırmamayı seçtiyse,otomatik olarak geliri %20 düşmüş demektir. Tabii böyle bir dalgalanma durumunda satışların hiç düşmediğini varsayarsak -ki o da düşer.

Eğer mağaza dolarla kira ödüyorsa, maliyetlerinde de otomatik olarak artış meydana gelmiş olacaktır. Tüm bu gelir azaltıcı faktörlerle boğuşurken, Türkiye'de kredi kartına bilmem kaç taksit yapma alışkanlığı nedeniyle, bugün sattığı ürünün parasını minik minik taksitler halinde ancak 6, 8 veya 10 ayda tahsil edebilecektir. O arada döviz kimbilir kaç TL olacaktır ve vade farkından kaynaklanan bir başka zarar potansiyeli daha kapıdadır.

Ne demiştik? Ekonomik kriz deprem gibi bir şey değildir. Bir gecede dünyanız başınıza yıkılmaz. Fakat... Elektronik mağazası gelir kaybını nasıl telafi edeceğine bakar. Kendi alacaklılarına ödemeleri geciktirir. Mesela faturalarını bir ay sonra değil iki-üç ay sonra öder. Dişini geçirebildiğine bunu yapar; dişini geçiremediğine paşa paşa ödeme yapar ama kendi kasasında işini döndürmek için para kalmaz. Mesela kira, elektrik faturası ve personel maaşlarını ödemek, varsa şirket arabalarının benzin vb. giderlerini karşılamak için nakite ihtiyaç duyulur. Mağazanın alacaklılarına dişini geçirebildiğini ve ödemeleri ertelediğini varsayalım. Mağazada çalışan personel için hala hayat güllük gülistanlıktır. Personel maaşını alır, bayramda tatilini yapar. Mağazada işler nasıl diye sorduğunuzda, satışlar devam ettiği için "iyi" diyecektir. Maaşını alabilen başka şirketlerin personeli de hala dijital kamera falan gibi hiç de acil ihtiyaç sayılmayan şeylere para harcayabilmekte ve 8-10 ay vadeyle borçlanmakta sakınca görmemektedir. İşte, grip olmuşlar da haberleri yok dediklerimiz bunlardır.

Mağaza ile iş yapan bir taşıma şirketi düşünelim. Elektronik eşyaları mağazanın çeşitli şubelerine getirsin-götürsün. Bu şirkette de kamyonetler, şoförler ve başka personel olsun. Mağaza, bu şirkete her ay düzenli ödeme yaparken, kendi nakit sıkışıklığı nedeniyle, nakliye şirketine ödemesini geciktirsin. "Ödemeni 60 gün sonra yapacağım, işine gelirse..." desin. Nakliye şirketi zarar da olsa, bunu sineye çeksin. Hala herkes için ortalık güllük gülistanlık olarak görünebilir. Ta ki nakliye şirketinin ikinci, üçüncü ya da dördüncü müşterisi de aynı şeyi yapana kadar... Nakliye şirketi Ekim ayında tahsilat yapamaz, Kasım ayında da. Oysa personele maaş ödenmesi gerekmektedir, araçlara da benzin alınmalıdır. Yapılacak şey basittir: Kime dişini geçirebiliyorsa onun ödemesini geciktirmek, geri kalan zorunlu ödemeler için de ya borç almak (kredi vb) ya da patronun cebinden şirkete nakit koyması.

Bu nakliye şirketinin küçük bir şirket olduğunu varsayalım. Bu belirsizlikte nakliye şirketinin patronu borca girmek istemiyor diyelim... Cebinden şirkete sermaye koyar ve Ekim ayını da böyle geçirir. Fakat Kasım ayında yine para lazımdır, tahsilatlar gerçekleşememiştir ve yeterince para yoktur. Yanında çalışanlara ay başında "Kusura bakmayın arkadaşlar, mümkün olan en kısa zamanda maaşlarınızı ödeyeceğim" der. İşte o gün krizin bireyleri etkilemeye başladığı gündür.

Devam etmeye gerek var mı bilmiyorum... Mağazaya geri dönecek olursak, işler biraz daha düzelmezse, mağaza şubelerinden birini kapatmaya karar verebilir. Personelin bir kısmını işten çıkararak maliyetleri kısmaya, krizden en az zararla çıkmaya çalışabilir vs. vs.

Ekonomik krizden korkanlar ve korkmayanlar tatlı hayatlarına nasıl devam edecek?

Bizi izlemeye devam edin...

30 Ekim 2008 Perşembe

Tatlı hayatın sonu: Nur topu gibi bir krizimiz oldu!


Geçen hafta, Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin kararıyla Blogger.com'a erişimimizin engellenmesi ve binlerce blog gibi Tatlı Hayat'a da erişemez olmamız, bu yazıyı yazmamı erteledi. Son bir aydır ekonomik krizle yatıp kalktığımız için,kriz tecrübelerimi ve gözlemlerimi Tatlı Hayat okurlarıyla paylaşmak istiyordum.

Aslında erişimin engellenmesi bahane. 2001 krizinin etkilerini yaşamış, paranın varlığı ve yokluğu kavramlarına fazlasıyla kafa yormuş biri olarak, bir mini rehber hazırlamak istiyordum. ... ama nerdene başlayacağımı bilemedim. Evet, toparlayabilirsem: Ekonomik Krizden Korkanlar ve Korkmayanlar İçin Tatlı Hayat Rehberi


Ekonomik kriz nedir?


Ekonomist değilim. Hatta üniversitede de hiç ekonomi dersi almadım. O nedenle ekonomik krizin tanımını yapmak bana düşmez. Ekonomik kriz dendiğinde, piyasalarda doların ya da borsanın inip-çıkması dışında büyütülecek pek bir şey göremediğinizi, insanların neden bunu bu kadar abarttığını mı söyleyeceksiniz? O zaman sizin anlayacağınız dilden bir ekonomik kriz tarifi yapabilirim.

1. Ekonomik kriz deprem gibi bir şey değildir. Yani bir gecede hayatınızı yerle bir etmez (Ona başka bir şey deniyor, devalüasyon mu ne...). Daha çok grip gibi bir şeydir. Alt tarafı biraz soğuk aldığınızı sanırsınız, büyütecek bir şey olmadığını düşünürsünüz. Ama sadece sizi değil, sizinle birlikte çevrenizdeki herkesi etkisi altına alır. Kimin kime bulaştırdığı belli değildir. Ayakta atlatacağınızı sanırsınız, kendinizi yatakta bulursunuz. Bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün... Yatağa düşmemeyi başarsanız da, işe gelmeyen arkadaşlarınızın işlerini üstlenmeniz gerekir. Yani öyle ya da böyle etkilenirsiniz.

2. Ekonomik kriz deprem gibi bir şey değildir. Akşamdan sabaha hasar tesbiti yapamayabilirsiniz. Ama başbakanınız televizyonlara çıkıp "hamdolsun, iyiyiz" diyorsa , ekonomi bilgisinin benden daha az olduğundan ya da hasar tesbitini bankada kendi hesabına bakarak yaptığından (ve daha beter günler göreceğinizden) emin olabilirsiniz.

3.
Ekonomik kriz deprem gibi bir şey değildir. Önce komşuda pişer. İş adamları, yatırım ve danışmanlık şirketleri falan en az bir sene "kriz geldi, geliyor" diye söylenir. Herşey yolundaymış gibi görünürken bile patronunuz yılbaşında istediğiniz zammı yapmıyorsa, bunu kişisel almayıp, piyasaların durumuyla ilgili bir anlam çıkarmalısınız.

Arkası yarın...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails