27 Ocak 2008 Pazar

Thinnovation




Geçtiğimiz hafta Steve Jobs, Macbook Air'ı "dünyanın en ince dizüstü bilgisayarı" olarak tanıttı. Bu tanıtımın ardından Macbook Air hakkında olumsuz yorumlar gelmeye başladı. Tasarımına diyecek yoktu ama, en çok eleştirilen, bu incecik bilgisayarın içinde bir DVD okuyucusu olmamasıydı. Niye olsun ki?

Tıpkı iPhone'da olduğu gibi, Macbook Air da dünyaya sunulan şey, yeni bir model ya da "hem onu hem bunu içeren, üstelik takla da atabilen yeni bir bilgisayar (telefon)" değildi. Tıpkı iPhone'un Nokia ya da Sony Ericsson'dan daha üstün bir telefon olmaması gibi; Macbook Air da Vaio'dan ya da başkalarından daha cici, daha hızlı bir dizüstü bilgisayar değil... iPhone da, Macbook Air da yeni tanıştığımız kavramlar. Artık cebimizde taşıdığımız bir cihazı yönetmek için 'bip bip' eden tuşlara ihtiyaç duymayacağız, küçük bir el hareketi ya da bir parmak temasıyla istediğimiz komuta erişebileceğiz. Bu, günlük hayatımıza yerleşmiş teknolojiyi kullanma alışkanlıklarımızı değiştirecek bir yenilik. "İnsanlar bunu böyle yapmalı, bundan böyle yararlanmalı" diyen, trendlere yön veren bir yenilik. Yeni bir modelden çok öte... Macbook Air'ın da temelindeki düşünce kolumuzun altına kıstırıp her yere götürebileceğimiz, bulunduğumuz yerdeki kablosuz internet bağlantısı sayesinde diğer bir bilgisayara erişebileceğimiz, bir çeşit taşınabilir bilgisayar. İçinde DVD sürücüsü yok. Çünkü artık hepimizin evinde DVD oynatıcı var, plazma TV var. DVD izlemek için bilgisayara ihtiyacımız yok. iTunes'tan artık sadece müzik değil, film satışı da yapılıyor. Dolayısıyla DVD izlemek için bilgisayarımızda bir DVD sürücüsüne de ihtiyaç yok, internet yeterli...

Macbook Air'ın tanıtımında kullanılan ifade "thinnovation". İnce ve inovasyon kelimelerinden oluşturulmuş. Son derece zekice. Tekrar ediyorum: Bu yeniliğin altındaki felsefeyi iyi okumak lazım. "Hayatınızdaki gereksiz fazlalıkları atıyoruz. Size yeni, sade, incecik bir cihaz; farklı bir iletişim ve eğlence biçmi sunuyoruz".

Apple'ın resmi sitesindeki tanıtım videosunu buradan izleyebilirsiniz.

13 Ocak 2008 Pazar

Zenginler hakkında yanlış bildiklerimiz



Uzun zamandır takip ettiğim sitelerden birinde, bir araştırmaya rastladım. Merkezi New York'ta bulunan The Luxury Institute'un yaptığı bir araştırma, servet sahipleri ve milyarderlerlin lüks yaşam tarzları hakkında pek çok şeyi yanlış bildiğimizi ortaya koyuyor. Bunları TOP 10 listesi haline getirmişler. İşte zenginlerin para harcama, yatırım ve yaşam tarzları hakkındaki 10 önyargımız ve gerçekler...

1. Zenginler parayı çok kolay kazanır ve harcar.

En yanlış önyargılardan biri. Araştırmalar çoğu zenginin sıradan insanlardan daha çok çalıştığı, daha çok stresle yüzyüze kaldığı ve daha çok risk aldığını gösteriyor. Hal böyle olunca da para harcama konusunda cimri değiller ama ödediklerinin tam karşılığını almak istiyorlar.Zenginlerin çoğunun satın aldığı şey hakkında araştırma yapan, bilinçli tüketiciller olduğunu biliyor muydunuz?

2. Zenginler, başka bir alemde yaşayan müsrif tüketicilerdir.

Tıpkı birinci maddede olduğu gibi, büyük yanılgılara neden olan bir düşünceye dayanıyor. Çoğu zenginin harcama alışkanlıkları, kalite ve değere önem veren bir tutum sergiliyor. Milyonerlerin hayata dair en büyük endişeleri ise çocuklarını iyi yetiştirmek, yaşlandıklarında hayat standartlarını koruyabilmek, aynı şekilde anne ve babalarının yaşlılıklarında rahat yaşayabilmelerini sağlamak... Görünüşe göre sokaktaki adamdan pek farklı değil...

3. Zenginler pahalı ile kaliteliyi eş tutar.
Cık cık cık... İşte en büyük yanılgılardan biri daha... Araştırmalara göre zengin bir tüketicinin önüne markalardan oluşan listeler verdiğinizde, içlerinden lüks olanları kolayca ayırt edebildiği gibi, iki marka ve ürünleri arasındaki farkları da ifade edebiliyor. Gerçek bir milyonere, pahalı ve yaldızlı her şeyi lüks diye yutturamazsınız.

4. Lüks tüketim ürünleri, lüks hizmetlerden çok daha büyük bir sektördür.

Kozmetikler, giysiler, çantalar, mücevherler, pahalı arabalar ışıltılı hayatın bizim gördüğümüz yüzü olarak gerçekten büyük bir sektör. Ancak araştırmalara göre konsiyerj, güvenlik, çocuk bakıcılığı vb. hizmetlerin oluşturduğu iş hacmi ve getiri potansiyeli lüks ürünlerden çok daha büyük. Bu nedenle adı lüks tüketimle özdeşleşen pek çok marka, katma değerli hizmetleri de çatısı altına almaya çalışıyor.

5. Zengin müşteriler, müşteri memnuniyeti anketlerine katılmaz.

Tam tersine, çoğu zengin tüketici iyi eğitim görmüş, müşteri memnuniyetinin marka için öneminin bilincinde kişilerdir. Bu nedenle fikirleri sorulduğunda sıradan insanlardan çok daha gönüllü olarak tüketici anketlerine katılırlar. Kullandıkları ürünler hakkında firmaya yorumlarını iletmekten çekinmezler.

6. Zenginler pek internet kullanmaz.
Günümüzde zaman herkes için değerli. Zamanının çoğunu çalışmakla geçiren zenginler, onlara zaman kazandıracak her tür teknolojiyi kullanıyor. En çok da interneti. Araştırmalara göre zenginler interneti lüks tüketim ürünleri ve hizmet aramanın yanı sıra, işlerini kısa yoldan halletmek için de kullanıyorlar. Yani banka işlemleri ve internetten alışveriş yapıyorlar.

7. Pazar araştırmaları ve yorumlar zenginlerin satın alma kararları üzerinde etkili değildir.
Bir diğer mit... The Luxury Institute'un araştırması zenginlerin %80'inin güvenilir buldukları kişilerin/kurumların yorumlarını önemsediği ve satın alma kararlarını bu yönde değiştirebildiğini gösteriyor. Bu, aynı zamanda şu anlama geliyor: Amazon'da ya da ebay'de yer alan orta gelirli kullanıcı yorumları, en beğenilenler listeleri ve tavsiyeler, zenginlerin satın alma kararlarında etkili olabiliyor.

8. Lüks tüketim ürünleri satanlar, sadece en zenginleri hedef almalıdır.

Araştırmalar, lüks tüketim sektöründeki en pahalı ürünlerin pazarı ve kar marjı en küçük ürünler olduğunu gösteriyor. Ortalamanın üzerinde geliri olup, yoğun çalışma hayatı içinde özel hayatını düzenlemeye (çocukları okuldan almak, seyahat organize etmek, kuru temzilemeye giysileri getirip götürmek vb.) ihtiyacı olan kişilerin çok daha büyük ve karlı bir pazar oluşturduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.

9. Zenginler arasında marka tavsiye etmek pek yaygın değildir.

Tam tersine, en zengin müşteriler bile eşine-dostuna beğendiği ve güvendiği markaları tavsiye ediyor. Lüks marka yöneticilerine soracak olursanız, müşterilerinin markalarını tavsiye etme oranı %50'nin altında diyeceklerdir. Uzmanlar bu çelişkinin, lüks markaların şimdiye kadar marka odaklı tavsiye mekanizmaları kurmak yerine, satıcı odaklı tavsiye mekanizmaları kurmuş olmalarına bağlıyor.

10. Zengin tüketiciler pek sadık değildir, her an başka bir markaya yönelmeleri mümkündür.
Araştırmalar bunun da tam tersi olduğunu gösteriyor. Lüks tüketim ürünü ya da hizmet veren şirketler arasında müşterisini alışveriş sonrasında da memnun etmeyi başarabilenlerin en sadık müşterilere sahip olduğu görülüyor. Uzmanlar bunu, zenginlerin memnun oldukları sürece o marka ile "iş yapmaya" devam etmesi olarak yorumluyor.

NOT: Ticaret işinde değilseniz bu 10 mit ile ilgili gerçekleri bilmek ne işinize mi yarayacak? Hiiç... Çevrenizde art arda açılan İstinye Park, Capacity, City's vb. alışveriş merkezleri ile residence'ların sayılarının niçin bu kadar arttığını anlamanıza yarayacak. Neden bazı yatırımcıların internette yatırım yapmak için proje aradıklarını anlamanıza da...

11 Ocak 2008 Cuma

Ninjanın tersi düzü olur mu?




Tersninja.com, sevgili Ege Görgün ve Burak Büyükdemir'in sinema ve sinema kültürüne yönelik siteleri. Yakın zamanda yayın hayatına başladı. Facebook'ta "şimdilik" 138 üyeli bir grubu bile var. Sitenin sloganında "Sinemasız kalmayın, çünkü sinema hayatı 'eşsiz' kılar" deniyor. Ege'nin akıcı (biraz da sivri) bir dille kaleme aldığı film eleştirileri, en ilginizi çekmeyen filmler hakkında yazılanları bile ilginç bulmanızı sağlayacak. Haberiniz olsun istedim...

Ninjanın tersine gelince:

Vikipedi'de ters ninja kanunu diye bir şeyden bahsediliyor. Siteye adını veren de işte buymuş.

Ters ninja kanunu, senaryolarda kullanılan bir klişedir. Ters ninja kanununa göre, kötü adamların sayısı ne kadar fazla ise, kahramana zarar verme olasılıkları o kadar düşüktür. Eğer kahramanın karşılaştığı düşman bir tane ise, bu savaş, kavga veya mücadele çok uzun sürer. Teke tek savaşlarda, kahramanın, kötü adam tarafından zarar verilme ihtimali çok yüksektir. Genellikle kovboy filmleri, Uzak Doğu dövüş filmleri, çizgi romanlar ve her türlü macera filminde karşılaşılabilecek olan bu klişe, pek çok örneğini görebileceğimiz bir senaryo öğesidir.

4 Ocak 2008 Cuma

Yeter artık! Biri durdursun şu kadını...




"Şu kadın" kim mi? Tahmin etmek zor değil: Martha Stewart. Bu aralar hangi taşı kaldırsam, altından Martha çıkıyor. Yakındır, gece rüyalarıma da girer "pijamanı şöyle katla, çarşaflarını böyle yıka" diye yayın yapmaya başlar... Şaka bir yana, Martha'nın Omnimedia'sının yayın yapmadığı hiçbir yer kalmadı ki...

Martha'nın başarı öyküsünü hem imrenerek hem hayretle takip ediyorum. Ev kadınlığını unutmuş çalışan Amerikan kadınına evcimenliğin hasletlerini öğretmesini çok takdir ediyorum. Sadece kabul günü geyiklerinden (menekşelerin dibine yumurta kabuğu koy, kırmızı şarap lekesını çıkarmak için beyaz şarap kullan vb vb.)dergiler, televizyon programları, radyo programları, kocca bir internet sitesi ve bir blog yarattı. KMart mağazalarında kendi adıyla anılan mutfak eşyaları satılıyor. Bütün Amerika'ya çiçek gönderebilen ve yine Martha'nın adını taşıyan bir çiçekçisi var (bayramlarda seyranlarda ne kadar çok online sipariş aldığını tahmin edemezsiniz). Geçenlerde yazmıştım; kendi adını taşıyan bir şarap markası çıkarma hazırlıkları var ve uzaya çıkan ilk turistler için özel bir yemek mönüsü hazırlamıştı. Martha'nın yeni sürprizi dünyanın en beğenilen porselen ve kristal üreticisi Wedgwood ile yaptığı işbirliği. Wedgwood, şimdilik sadece Macy's mağazalarında satılacak Martha'nın adını taşıyan özel bir sofra serisi hazırladı. Tahmin edeceğiniz gibi tabaklar, çatallar ve kristaller Martha'nın tarzını yansıtıyor: Yani biraz kolonyel, biraz klasik, biraz modern esintili, çokça geleneksel, çokça Amerikanvari... Bravo Martha, sayende ev kadınları artık "çaresiz" değil! Ah, bir de her şeyi bilen Martha teyze bir kenara çekilse artık... İş kadını olup, sadece yönetse mesela... Her şeye kendi adını vermese, egosu bu kadar şişkin olmasa...

NOT: Martha'nın kendi adını marka olarak bu kadar öne çıkarmasını olağanüstü itici bulduğum bu yazıdan anlaşılıyordur. Ralph Lauren'in ince zevkiyle, giysiden çerçeveye, parfümden nevresim takımına kadar yarattığı pek çok koleksiyona kendi adını vermesi itici gelmiyor da Martha'nınki mi geliyor? Aynen öyle... Farkı görmek için buraya göz atmanız yeterli.

NOT 2: Bugün bir videoya rastladım. Macy's reklamı. Daha doğrusu Macy's'te Martha reyonu tanıtımı. Müzisyen Usher'ın tepkisini görmek için ister Macy's TV ister Dailymotion'ı seçebilirsiniz. Ya da bizden ayrılmayın... : )

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails