29 Ekim 2007 Pazartesi

Toys For Boys II: Ferrari i2



Yüzyılın icadı diye tanıtılan iki tekerlekli "şey" henüz hayatımızı kökten değiştirecek kadar yaygın değil. Yani kişisel ulaşım aracı olarak beklenen patlamayı yapamadı. Prag'ta araba girmeyen sokaklarda rahat gezsinler diye turistlere kiralandığını görmüştüm. Bir de fuar alanı, fabrika gibi çok büyük alanlarda, çalışanların bir uçtan bir uca gitmesi daha kısa sürsün diye kullanılıyor. Ferrari fabrikasında da kullanılıyormuş... Derken, -kimin aklına gelmişse- biri çıkıp "yaw Ferrari koskoca marka. Biz bunun üstüne bi şahlanan at logosu yapıştırsak, peynir-ekmek gibi satar" demiş. "Şey"i üreten Segway ile Ferrari işbirliği sonucu bu resimdeki harika "şey" ortaya çıkmış. Bu aralar internette sürekli karşıma çıkıyor. Fiyatı 12.000 dolar, şarji tam olduğunda yaklaşık 40 km. yol alabiliyorsunuz. Şahane bir deri çantası da varmış, toplayıp, bagaja koyup, gittiğiniz yere götürebiliyormuşsunuz.

Ne günlere kaldık? Babalar eskiden çocukların pilli trenleriyle oynardı. Şimdilerde babalar için ne oyuncaklar üretiliyor : ))

15 Ekim 2007 Pazartesi

Bayram sevinci



Kısa bayram tatilinde kısacık bir seyahatim oldu Safranbolu ve Beypazarı'na. Şu konak şöyle şahane, bu konak böyle harika diyen binlerce blog var. Çoluk-çocuk çektirdikleri tatil fotoğraflarıni cümle aleme iftiharla sunan blog yazarları da... İşte ben de her turistin gördüklerini gördüm oralarda. Bir de bu bayram, beni çocuk gibi sevindiren "susamsız simit" yiyişim oldu, ki bu yazısının konusudur...

Arkadaşlarım bilir. Barbunya mı kurufasulye mi deseler, gözüm kapalı barbunyayı seçerim. Çay mı kahve mi deseler kahveyi; simit mi kruvasan mı deseler kruvasanı... "Kanın bozuk, Türk değilsin sen" diye dalga geçerler benimle. Simiti de hiç sevmem...

Bu bayram adını duyduğum ama daha önce hiç yemediğim susamsız simit tatma fırsatım oldu Safranbolu'da. Çok beğendim. Böyle harika bir şey varken, simiti neden susamlı yaptıklarını hiç anlayamadım. Tadı Almanlar'ın pretzel'i ya da Amerikalılar'ın bagel'ına benziyor. Biraz araştırınca içeriği de aynı. Un, su, maya ve iki kez pişirilmesi, bana aynı kökenden geldiğini düşündürdü. Yani simit önce suda haşlanıyor, sonra fırında pişiyor. Karadenizli ustaların simit ve hamur işlerinin çoğunu Rusya'dan; Amerikalılar"ın bagel'ı Polonyalı göçmenlerden öğrendiği düşünülecek olursa, asıl adı ne olursa olsun, bu başarılı çörek tarifinin dünyayı dolaştığı anlaşılabilir.

Susamsız simit ayva, gül ya da kayısı reçeliyle harika oluyor. Bu sayfada susamsız simit fotoğrafı bulamadığım için, pretzel fotoğrafına yer verdim. Çok benziyor gerçekten. Allah rızası için bilen biri İstanbul'da susamsız simit yapan bir fırının adresini versin : )

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails