28 Aralık 2006 Perşembe

Yoksa Sünger Bob...






Çizgi filmler çocuklar için yapılmıyor diyorlar ya hani... Sünger Bob'u neden çocukların sevmediğini (ama benim bayıldığımı) internette alakasız bir şey ararken keşfettim...




Sünger Bob'u çok seviyorum. Hani çok naif ve kandırılması kolay ya... Hani çok çalışkan ve çok beceriksiz ya... Hani bir türlü araba kullanmayı öğrenemiyor ya ve hain Squidward'tan hiç nefret etmiyor ya... İşte benim kahramanım! Sünger Bob, çocukluğumuzdan beri izlediğimiz bütün o yetişkin filmlerinden sonra, en çocuksu film bence.


İyi, kötü ve çirkin

Benim neslim televizyonda çizgi filmleri siyah-beyaz izleyerek büyüdü. Dahası, yıllar boyu Şeker Kız Candy adında entrikalar, platonik aşklar, zengin oğlan-fakir kız klisesi ve daha pek çok yetişkinlere özgü motiflerle bezeli bir soap opera'yı çocuk filmi diye izledik. Daha yedi yaşındaydım, kimsesiz kız Candy'nin yanında barındığı ailenin kızı Lisa ve oğlu Neil tarafından nasıl tartaklanıp aşağılandığını film diye izliyordum, hepimiz izliyorduk... Gerçi benim neslimde Kemalettin Tuğcu romanları okumadan büyümüş çocuk parmakla gösterilir. Onlar bu filmlerden geri mi kalıyordu? Beslemeler, üvey analar-babalar, fakir ama gururlu çocuklar, alkolikler, dayak yiyenler... Maşallah, dünyanın şiddet dolu bir yer olduğu okumayı öğrendiği günden itibaren hem yazılı hem görsel olarak çocukların zihinlerine kazınıyordu.

Biraz biraz büyüdüğümüzde çizgi filmlerimiz, kahramanlarımız az biraz renklendi. He-Man diye bir kas yığını ışın kılıcıyla binbir türlü öcüye ve musibete karşı gezegenini koruyordu. Onun bir de She-Ra diye dişi versiyonu da mı vardı neydi... He-Man de She-Ra da hiçbir zaman benim idollerim olmadı. Ama ortada çocukların dünya algısı bakımından son derece sade ve tutarlı bir hikaye vardı. İyiler vardı, kötüler vardı. Kötülük karşısında çaresiz kalan iyileri korumak da süper kahramanların işiydi. John Wayne filmleri çocuk filmi olmasa da az-çok bu tema üzerine kurulu olduğundan Pazar sabahları saat 10.00'da ekran başındaydık. Bize dünya böyle öğretildi, böyle büyüdük biz...

Çocukluğumuzda Winnie The Pooh ya da Sünger Bob gibi neredeyse hiç şiddet içermeyen yapımlar yoktu, diğerlerini izledik diye psikopat yetişmedik elbette. Benim ayrıca çizgi romana da bir zaafım vardı. İçinde tefrika tefrika Red Kid'ler, Cimcime'ler var diye Milliyet Çocuk dergisi de alırdım. Zagor, Mister No, Kızıl Maske ve hatta Kara Murat bile okuduğum olurdu. Iyi ile kötünün bu kadar siyah-beyaz ayrımı zaten ancak hayal dünyasında olabirdi. Mutlak iyilik ya da mutlak kötülük diye bir şey gerçek değildi.


Animasyon çocuklar için değildir

Eğitimciler çocukların fazlaca şiddet içeren çizgi filmler izledikleri için şiddete meyilli olduğunu söylemeden önce miydi, sonra mıydı bilmiyorum; Susam Sokağı gibi, Teletubbies gibi olumlu mesajlar veren, didaktik ve sıfır aksiyonlu programlar yapılmaya başlandı çocuklar için.

Çizgi filmlerin ve animasyonların çocuklar için hazırlandığını ve tamamen çocuk yapımı kategorisinde yer aldığını düşünenler varsa, Walt Disney'den bu yana animasyonun, öncelikle çocuklar düşünülerek yapılmadığını hatırlatmak isterim. Olsa olsa büyümeyen çocuklar tarafından yaratıldığı söylenebilir. Nitekim Tim Burton ve Luc Besson gibi adamlar masalların, animasyonların büyükler için yapıldığının altını çiziyorlar. Bu yüzden çocuk psikolojisini animasyonların ne yönde etkilediğini tartışmak yerine hangi animasyonun kaç yaş grubundaki çocuklara tavsiye edileceğini araştırmak daha doğru olur. Bugün artık çocuk klasikleri sayılan David Copperfield, Oliver Twist, Denizler Altında 20.000 Fersah veya Robinson Crusoe asla çocuk kitabı olarak yazılmamıştı. (Zaten ıssız bir adada hayatını kurtardığı yerliyi köle olarak kullanan bir beyaz adamın öyküsünden çocuk gelişimine olumlu katkıda bulunacak ne gibi bir sonuç çıkarmamız gerektiğini bilmiyorum doğrusu.)

Büyükler masalları, olağanüstü kişiliklerin olağanüstü maceralarını dinlemeyi (okumayı ya da izlemeyi de diyebiliriz) sever. Macerada aksiyon, aşk, iyi adam-kötü adam, para falan da varsa, oh, tadından yenmez. (Bütün bunlar hayal dünyasına ait olunca masal, gercek dünyaya ait olunca dedikodu deniyor adına...) Koca Hollywood endüstrisi ve bütün dünyadaki magazin basını bu zevk üzerine kurulmuştur.


Sadede gelecek olursak

Sadede gelecek olursak... Bu yılbaşı 10 yaşındaki erkek yeğenime yılbaşı hediyesi olarak ne alayım diye düşünüyordum. Can Yayınları Arthur ve Minimoylar'ın maceralarından harika bir dörtlü seri hazırlamış. Onu alacaktım. Geçen yılbaşında da Tenten albümü almıştım. İnternet çağında okumayı sevmeyen bir çocuğa bu yolla okuma sevgisi aşılayabileceğimizi düşünüyorum çünkü. Ancak Tenten serisinden 12 ayda sadece bir kitap okuyabildi oğlumuz. Arthur'un resimsiz maceralarından bir tek sayfa okumayacağına bahse girebilirim. Üstelik Arthur'un filmini henüz görmedi. Tanımadığı bir kahramanın maceralarını merak eder mi ki?

Yeğenimlen bir keresinde Sünger Bob hakkında konuşmuştuk. Onu seviyordu ama pek sevmiyordu. Yarısı kedi yarısı köpek olan bir yaratık var, onu daha çok seviyormuş... Benim gözümde naifliği, neşeli oluşu ve iyi kalpliliğiyle bir kahraman olan Sünger Bob, nasıl olur da hain bir kedi ve onunla mücadele eden aptal bir köpeğin maceralarına tercih edilmezdi? Bu noktada başa dönüyoruz ve iyi ile kötünün savaşının her zaman popüler bir malzeme olduğunu hatırlıyoruz. İçinde bol bol kedi köpek kavgası, ağız dalaşı ve aksiyon olan bir animasyon elbette çocuklara daha çekici gelecekti. Sünger Bob'a gelince... Internette Sünger Bob hakkındaki yorumları okurken gecen sene Amerika'da okullarda dağıtılan bir video yüzünden tutucu çevrelerin ayaklandığını okudum. Sünger Bob gay'miş ya da gay'liğe övgüde bulunuyormuş... Ha ha ha...


Sünger münger, biz onu seviyoruz...

İşte bu, neden benim Sünger Bob'u sevdiğimi, kahraman olarak gördüğümü ama 10 yaşında bir erkek çocuğunun idolü olamadığını açıklıyor. Yaratıcıları Sünger Bob'u elbette gay bir karakter olarak düşünmemiş olabilirler. Fakat Sünger Bob, gerçek olamayacak kadar iyi niyetli. Oysa paragöz patronu Bay Yengeç'ten ukala iş arkadaşı Squidward'a kadar herkes son derece gerçek kişilikler.
Sünger Bob'un hiçbir olağanüstü yeteneği yok.
Kız arkadaşı, platonik aşkı ya da ideal kadın imajı da yok.
Hep şisko ve aptal arkadaşı Patrick ile dolaşıyor, evdeki salyangoz-kedisini saymazsak yalnız yaşıyor. Tutucu Amerikalılar için bu tür bir hayat tarzına sahip olmak; aile düzeni, para hırsı ya da belli bir kariyeri olmamak "ya deli ya gay" sayılmak için yeterli neden olabilir. Bana ise Sünger Bob'un su altında yaşamayan versiyonu kim olabilir diye düşündüğumde New York Hikayeleri filminde annesi yüzünden bir türlü hayatının iplerini eline alamayan Woody Allen'ın annesiz halini hatırlatıyor. Bir çeşit looser'lık durumu yani... Ama gelin görün ki, kadınlar süper kahramanlar kadar, asla maço olmayan, mülayım, evcimen, neşeli erkekleri de severler.
Varsın yakışıklı olmasın, varsın parasız olsun...
Gerçek olmayan bir dünyadaki ütopik bir erkek tipi o.
Zaten animasyonlar da çocuklar için yapılmıyor ki...

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails